Annem, beş çocuğu içinde bebekken en kolay olanın ben olduğumu söylerdi. Sanırım bununla anlatmak istediği şey, neredeyse hiç ağlamadığım, nadiren huysuzlandığım ve genellikle uyuduğumdu. Dördüncü çocuk olarak, benden önce ilgilenmesi gereken pek çok şey vardı. Bu yüzden ona kolaylık sağladım.
Büyüdükçe bu huyumu sürdürdüm. Kardeşlerimden biri dondurmasını düşürdüğünde, ağlamaması için benimkini ona verirdim. Arabada biri orta koltuğa oturmak istediğinde yerimi verirdim. Beşinci sınıfta, Clara Gomez öğle yemeğinde kurabiyemi çaldığında sadece omuz silkip havuçlarımı yemeye devam ettim.
Lakabım “Montañita”, yani “Küçük Dağ”idi. Çünkü hiçbir şey beni sarsmaz, hiçbir şey canımı sıkmazdı. Hep sakindim.
Yedinci sınıfta ayağım kırıldı ama kimseye söylemedim. Üç gün boyunca dişlerimi sıkarak acı içinde topalladım, ta ki babam beni banyoda sessizce ağlarken buluncaya kadar. Babam beni hastaneye götürdü ve bütçemizi aşan bir alçı aldı. Okuldaki çocuklar durumuma bakıp bana bir lakap taktılar ama ben hiç tepki vermedim.
Lisede, küçük kız kardeşim Sophia bazı erkekler tarafından alay konusu ediliyordu. Olanları görmezden geldim ama o gece, artık ona küçük gelen okul eteğini benimkiyle değiştirdim. Onunla alay etmeyi bıraktılar, ben de yılın geri kalanında pantolon giydim.
Üniversitede matematik profesörüm sınav kağıdımı kaybetti ve sınavı tekrar yapmamı istedi. Sadece başımı sallayıp sınavı yeniden yaptım.
Kampüste yürürken birileri bana laf attığında gözlerimi yere indirip yürümeye devam ettim.
Sonra sen…
Bir gün yanıma gelip bana kahve ısmarlamayı teklif ettiğinde, dalga geçtiğini düşündüm. Bu yüzden sessiz kaldım. Sonunda o güzel gülüşünle “Bunu evet olarak kabul ediyorum o zaman” dedin. O gün sana sadece birkaç kelime söyledim ama numaramı verdim ve aradığında da açtım.
Başta sadece utangaç olduğumu düşünüyordun. Ama aylar geçtikçe ve işler ciddileştikçe, sana bir şeyler anlatmadığımda sinirlenmeye başladın.
Part-time işimden kovulup ders kitaplarımı karşılamak için öğle yemeğimi atlamaya başladığımda, bunu sana söylemek istemedim. Üzüleceğini biliyordum. Ve haklıydım, değil mi? Öğrendiğinde çok sinirlendin.
Bana para uzatarak “Bunu al!” diyerek sesini yükselttin. “Biliyorsun benim buna ihtiyacım yok, bursum var ve ailem bana para gönderiyor. Al şu lanet parayı !!” diye bağırdın.
Öylece durdum. Bana yardım etmeye çalışan birinin bana bağırdığına hiç şahit olmamıştım. Şok olduğumu fark ettiğinde sesin yumuşadı.
“Lütfen” dedin. “Seni aç kalırken görmek canımı acıtıyor. Lütfen al bu parayı.”
Ve hayatımda ilk defa karşılık verdim:
“Bunu neden yapıyorsun?”
Bana güldün. “Çünkü seni seviyorum, aptal!” dedin.
Parayı aldım ama o gece sen uyurken çoğunu cüzdanına geri koydum.
İlişkimiz boyunca hiç kavga etmedik. Arkadaşlarından biri, senin beni aldattığını söylemeye çalıştı ama inanmadım. Çünkü o çocuk zaten bir pislikti. Gözlerimi ona diktim ve ne ağladım ne bağırdım ne de kanıt istedim. Bu tavrım onu biraz korkuttu sanırım. Bana inanmam için ısrar etmeye çalıştı ama tepkisiz kaldığımı görünce sonunda pes etti ve yalan söylediğini itiraf etti.
Bunu sana anlattığımda, “Bana bu kadar güvenmene inanamıyorum,” dedin. Nedenini bilmiyordum ama tepki vermemenin gücünü bana daha önce öğretmişlerdi ve o an değişen bir şey olmayacağını biliyordum.
Evliliğimiz de neredeyse kavgasız geçti. Çöpü dışarı çıkarmayı unuttuğunda, hiçbir şey demeden ben yaptım. Sonra sen fark edip suçluluk duydun ve benim işlerimden bazılarını yaparak telafi ettin. Çocuklarımız yaramazlık yaptığında, asla sesimi yükseltmedim. Sadece “Ne yaptınız?” diye sordum onlar da itiraf ettiler.
En büyük çocuğumuz bir gün bana, “Anne, keşke bize bağırıp çağırsan, bu çok daha az korkutucu olurdu” dedi.
Sanırım hayatımın sonuna kadar böyle kalacağımı düşünüyordum. Sakin, sessiz, uzlaşmacı, tepkisiz…
Ama sen… Sen değiştirdin beni, seni pislik.
Sen öldüğünde…
Sen öldüğünde, içimde donmuş duran o dağ bir anda eriyip taştı.
Cenazede çığlık çığlığa ağladığımda kimse bunu beklemiyordu. Ağabeyim beni dışarı çıkarmaya çalıştı ve ben ona yumruk attım.
Şimdi gelsen beni tanıyamazsın. Artık öylece durup her şeyi sineye çekmek eskisi kadar kolay olmuyor. Çünkü hâlâ seni hatırlıyorum. “Kendine sahip çık, daha iyisini hak ediyorsun” derdin.
Ve sen artık yanımda değilsin. Kendimi ve çocuklarımızı koruyacak olan tek kişi benim.
Tam olarak nasıl tarif edeceğimi bilmiyorum ama sen bu dünyadan gittiğin an, ben değiştim.
Sanki maviydim ve birden kıpkırmızı oldum. Daha önce sert bir buz kütlesiydim, sonra bir kasırgaya dönüştüm.
Her şey altüst oldu. Kontrolümü kaybettiğim bir iki yıl geçti ve toparlanmayı başardım.
Yine de eskisi gibi değilim artık. Hâlâ sakin ve mantıklıyım, yine konuşmadan önce düşünüyorum. Ama eğer birileri çocuklarımı ya da onların mutluluğunu tehdit edecek olurlarsa, karşılarında beni bulacaklarını biliyorlar.
Herkes bilir ki, uzaktan sakin ve huzurlu görünen karla kaplı zirveler, aslında en tehlikeli olanlardır.
Yazar: Aknier
Bu hikayede dikkatimi çeken kahramanın aslında daha bebekken görünüşte sevdiği insanlara karşı sürekli aşırı fedakar olduğu ve bu fedakarlığın sadece diğerleri için olduğu kendisinden sürekli ödün vermeyi içerdiğini, öz sevgi ve öz değer gibi kendilik değerinden yoksun olduğunu bilmediği ve bu durumun aslında zamanla sürekli başkalarını düşünerek, kendi istek ve ihtiyaçlarını yok sayarak başkalarının ihtiyaçlarını öncelik haline getirerek aslında kahramanın kendisini unuttuğunu ve ertelediğini görüyorum. Ve daha sonra onu gerçekten seven bir partnere karşı da ilk başta bu sevgiyi kendine hak görmediğini ve aslında çocukken oluşan şemalarının ” ben sevilmezim, ben hep fedakar olmalıyım, gerçek sevgiyi hak etmiyorum” .. vb şemaları ile partnerinin ona gösterdiği gerçek sevgi ile aslında kendi değerini bulduğu ve kendini sevmeye başladığını görüyorum. Zamanla da bu öz değer ve öz saygının ona ebeveynleri tarafından değil de partneri tarafında aşılanarak kişinin kendi değerini yeniden bularak sanırım bilinç altında yatan olumsuz şemaları değiştirmesini sağlayarak ona kendisini veren partnerine karşı olan sevgisi ve minnettarlığını görüyorum. Aslında bazen sakinlik, sürekli iyi insan olma , aşırı fedakar olmak iyi görünüşte hoş ve uyumlu kişilik olarak duruyor ama bu hikayede de gördüğüm üzere ne kadar güzel olsa da aslında kişinin kendi değerini ve saygısını sömürdüğünü görüyorum. Son olarak şunu söylemek istiyorum: Önce kendimize vermeliyiz, önce kendisine gerçekten vermeyen insan başkalarına verebilir mi, verse de bu sanki öz sevgi ve saygını yok sayarak bizi tüketen ve kendimizi unutarak başkalarına bağımlı olma haline dönüşüyor diye düşünüyorum. Teşekkür ederim:)
Teşekkür ederim 😉
Kendin için yaşamaya ne zaman başladın ya da başlayacaksın?
Yaziyi okurken aslinda ilk önce kendimi bulmus gibi hissettim. Yani o kendinden ödün vermeyi, digerlerini kendinden daha öne koymayi ögrenmis olan cocugu. Ama sonra dönüstügü kiside kendimi bulamadim. Yani hala vermeye devam eden, sorun cikarmamaya calisan kisiye dönüsmemis, israrla hep “hayir burda ben de önemliyim” “bakin benim de sesim cikiyor” diye yirtinan birine dönüsmüs benim yarali cocuk yetiskinim. Bu da cok yorucu suanda. Degismeye calisirken cok zorlaniyorum..
Ve ben de agladim hikayenin sonuna dogru. Ama beni birakip giden, hikayedeki tabirle kirmiziya daha cok ceviren, babam oldu. Beni birakip gittin.. den sonra babami düsünerek okudum ve agladim. Babamin gidisinden sonra hircin hircin “ben burdayim, farkedin beni” diyen tarafim daha da hircinlasti, herseyi yakip yikar oldu, toparlanamiyorum. Yani hikayedeki gibi degil sonu.
Hiayenin bende biraktigi etki bu oldu. Farkindalik yaratti, tesekkür ederim.
Bir farkındalık yarattıysa ne güzel 🙂
Çocukken tepki vermemesi, insanları yormaması takdir gördüğünden ötürü yetişkinlik yaşamında da bunu devam ettirmiş. Benim de dikkatimi bu çekti.
Bizde ilk çocuk benim, iki erkek ve 1 kız kardeşim var. Önceleri evde hep fedakarlık benden beklendi. Okumayı seviyordum , çalışmak zorunda kaldım. Babamın çapkınlıkları anneme ve bize zaman ayırmasına engeldi. Evlendim yine hep fedakarlık bana kaldı. Hep birilerini mutlu etmek için uğraştım. Eşim, kayınvalidem, kayınpederim , görümcem, ve kayınvalidemin annesi ile birlikteydik. Çocuklarım doğdu 5 yıl arayla. Yılların mücadelesi, hep sessiz kalıp başkaları için uğraşmak bedenimde ve ruhumda hasarlar oluşturmaya başladı. Evliliğimin 17. Yılında boşanma gücünü buldum ve çocuklarımla birlikte hayata devam ettim. Zaman zaman sorarım kendime neden ben fedakarlık yaptım, yaptımda ne oldu ? Hiç kimse için kendimizi ötelemeyelim. Mademki hayat müşterek , herkes payına düşeni yapsın herkes mutlu olsun. Bazı insanlar sevgisini göstermeyi bilmiyor. İlişkilerde saygı ve sevgi şart. Eğer eşinize ve çocuklarınıza gereken sevgiyi, huzuru, güveni veremiyecekseniz hiç evlenmeyin.
Saygılarımla..
Teşekkür ederim.