Google’da “stress” yazıp arattığınızda 4.440.000.000 (Dört Milyar Dört Yüz Kırk Milyon) sonuç çıkıyor. Aynı aramayı Amazon.com’da yaptığınızda ise stresle ilgili 70 bin kitap çıkıyor. Sadece bu sonuçlar dahi konunun ne kadar önemli, güncel ve hayatımızda olduğunu göstermesi açısından oldukça çarpıcıdır.
Beyin ve işlevleri üzerine önemli çalışmaları olan Daniel G. Amen, hafif ve yönetilebilir stresin bireyin psikolojik sağlamlığını geliştirmede yardımcı olabileceğini hatta buna stres aşısı denilebileceğini belirtmektedir. Walter Mischel ise, kısa vadeli stres deneyiminin uyum sağlamaya hizmet edebileceğini ve bireyi eyleme geçirebileceğini belirtmektedir. Ancak stres yoğun ve sürekli olursa zararlı ve hatta zehirli olabilir ve beynin bilişsel faaliyetlerden sorumlu bölgesi prefrontal korteksi zayıflatır diye eklemektedir. Pek çok nörobilimci kronik ve yönetilemeyen stresin, beyinde olumsuz etkileri olduğunu, beyin hücrelerini öldürdüğünü, hafızayı zayıflattığını ve beynin yaşlanma sürecini hızlandırdığını ifade etmektedirler. Melanie S. Flint ve arkadaşlarının yaptıkları çalışmalara göre, kronik stresin zararları bunlarla da sınırlı kalmamakta ve kortizol gibi stres hormonlarının konsantrasyonundaki artış DNA hasarını beş katına kadar çıkarabilmektedir. Öfke, kaygı, korku gibi olumsuz duyguların da eşlik ettiği kronik stresin, kalp hastalıklarına neden olması, felç ihtimalini artırması, vücutta iltihaplanmayı artırması, yaraların iyileşmesini geciktirmesi, kronik ağrılara neden olması, psikosomatik hastalıklara neden olması, hastalığın seyrini olumsuz etkilemesi, yaşam süresini kısaltması ve hastalıklardan ölme ihtimalini artırması gibi daha pek çok zararı olduğu bilinmektedir. Hücre biyoloğu olan Bruce H. Lipton’a göre, insanların yakalandığı neredeyse tüm büyük hastalıklar kronik stresle alakalıdır. Peki ama stres nasıl oluyor da hem fiziksel hem mental anlamda sağlığımızı bu kadar olumsuz etkileyebiliyor? Stresin etki mekanizması nasıldır?
Dr. Lipton “İnancın Biyolojisi” adlı ilham verici harika kitabında, iki tür hayatta kalma mekanizmasından bahsetmektedir. Bunlar gelişim ve korunma mekanizmalarıdır. Hayatta kalabilmemiz, canlılığımızı sürdürebilmemiz için dışarıdan gelen tehlikelere karşı korunma durumunda olmamız gerektiği gibi, yıpranan hücrelerimizin de yenilenmesi gerekmektedir. Dr. Lipton, hücrelerin kültür kabına koyduğu zehirlerden uzaklaştıklarını, besleyici yararlı besinlere ise yöneldiklerini gözlemlemiştir. Ancak bu iki davranışı aynı anda gerçekleştiremediklerini belirtmektedir. Birer birer hücrelerde olduğu gibi hücreler topluluğu olan insanlar da korunma moduna geçtiklerinde gelişim davranışlarını kısıtlamaktadırlar. Bu da oldukça anlaşılabilir bir durumdur. Bir tehlikeyle karşılaştığımızda enerjimizin tamamını tehlike ile savaşmak ya da ondan kaçmak için kullanmamız akıllıca olacaktır. Bu durumda doğal olarak gelişimimizi sekteye uğratacaktır. Süreklilik kazanmış bir kaygı, korku, stres, öfke ya da mutsuzluk durumunda beynimiz bir başka korunma sistemi olan bağışıklık sistemimizi kapatır. Çünkü önceliğin bu duyguları yaratan tehlikeyle mücadeleye verilmesi gerekmektedir. Eğer bağışıklık sistemi aktif olarak çalışmaya devam ederse var olan enerjimizin önemli bir kısmını kullanacaktır. Bunu anlamak için hasta olduğumuzda, bağışıklık sistemimizin hastalıkla mücadele ederken enerjimizin ne kadar büyük bir kısmını kullandığını ve bizi yorgun düşürdüğünü hatırlayın. Vücudumuz strese karşı savaş-kaç mücadelesine hazırlandığında böbreküstü bezi hormonları bağışıklık sisteminin hareketlerini yavaşlatır ve böylece enerji tasarrufu sağlanır. Bir başka deyişle stres arttığında bağışıklık sistemi zayıflar ve gelişme ya da iyileşmeye enerji harcayamayız.
“Plasebo Sensin” adlı kitabın yazarı Dr. Joe Dispenza da bu konuyla ilgili olarak gerginlik ve stresin bizi yaşamsal modda tuttuğunu ifade etmektedir. Dr. Dispenza’ya göre, fiziksel (travma), kimyasal (toksinler) ve duygusal (korku, kaygı, tükenmişlik vs.) olmak üzere üç tür gerginlik bulunmaktadır ve bu gerginliklerin her türü, vücutta 1400’den fazla kimyasal reaksiyona yol açmaktadır. Dr. Dispenza, stres ve gerginlik durumunda vücudumuzun kortizol ve adrenalin salgıladığını, savaş-kaç moduna geçtiğini ve enerjimizin buna harcandığı için hücresel gelişim ve onarım, inşa ve iyileşme için enerjimizin kalmadığını ifade etmektedir. Bu durumu kaynaklarının büyük kısmını savunma için harcayan bir ülkeye benzetmektedir. Var olan tüm zenginliğini savunmaya harcayan savaş durumundaki bir ülke, doğal olarak eğitime, gıda üretimine, kütüphaneye, sanata, alt yapı inşaatlarına bütçe ayıramayacaktır. Benzer şekilde uzun süreli stres ve gerginlik durumlarında vücut iyileşmeye ve gelişmeye enerji harcayamayacak ve sindirim sorunları, hafıza kaybı, uykusuzluk, hipertansiyon, kalp hastalıkları, diyabet, ülser gibi pek çok hastalık ortaya çıkacaktır. Çünkü doğadaki hiçbir organizma uzun süreli gerginliğin etkilerine dayanacak şekilde tasarlanmış değildir. Yani vücudumuzun kendi şifa mekanizmasını harekete geçirebilmesi için olumlu duyguları daha çok deneyimlemeye, dinginliğe, huzura ve mutluluğa ihtiyacı vardır.
Stresle mücadele edebilmek ve dinginliğe ulaşabilmek için yapabileceğimiz pek çok şey var. Kişisel ilgilerimize göre hobilerimize zaman ayırabiliriz. Benim de severek yaptığım ve hayatıma dahil ettiğim yürüyüş yapma stresle başa çıkmada etkili yöntemlerden birisidir. Yürümenin haricinde yüzme, masa tenisi oynama ya da hareket içeren başka etkinlikler de bu kapsamda değerlendirilebilir. Nefes alma egzersizleri, meditasyon, yoga, dua etme, gönüllü yardım davranışlarında bulunma, hayvanlarla ilgilenme ve doğada zaman geçirme stresle baş etmede kullanılabilecek etkili yöntemlerdendir. Bunların haricinde mutlu, neşeli ve iyimser insanlarla nitelikli zaman geçirmek de strese iyi gelecektir.
Stresle nasıl başa çıkılabileceğini öğrenmek, modern insanın en başta yapması gereken işlerden birisi olduğunu düşünüyorum. Bunu öğrenmek için emek ve zaman harcamak gerekiyor. Bu durum biraz ormancının baltasını bilemesine benziyor. Stresle başa çıkmayı öğrenmek yaşamımızı daha yaşanabilir kılacaktır ve keyifli hale getirecektir.
Sevgiyle kalın…
Tayfun Doğan
Küçükyalı, Mart 2023