Son yıllarda “psikolojik sağlamlık” konusu her zaman olduğundan daha fazla bilimin ve psikolojinin gündemine girmiş gibi görünüyor. Konu ile ilgili araştırmalar yapılıyor, makaleler yayınlanıyor, dergiler özel sayı çıkarıyorlar, konferanslar düzenleniyor ve konu psikolojik, sosyolojik, felsefi ve biyolojik açıdan her yönüyle inceleniyor. Politikacılar da bu duruma uzak kalmadı ve Birleşmiş Milletlerin 76. Genel Toplantısının teması “Umut Yoluyla Psikolojik Sağlamlığın İnşası” olarak belirlendi. Yaşadığımız Covid-19 salgınının da konuya yönelmede etkili olduğu görülmektedir. Hayata bakış açımız ne hissettiğimizi, mental sağlığımızı ve yaşam kalitemizi doğrudan etkileyen bir faktördür. Bu noktada yaşama karşı değerlendirmelerimizin gerçekçi olması da ayrıca önem arz etmektedir. Sonuç; hayat türlü güzelliklerinin ve sevinç dolu anlarının yanı sıra zorluk, acı, keder ve üzüntülerle de doludur. “Leon” adlı harika filmde, berbat bir ailede büyümekte olan on – on iki yaşlarındaki küçük kız, bir kiralık katille arkadaş olur ve yaşadığı zorlukları anlamlandırmakta güçlük çekerek filmin kahramanına sorar: “Hayat hep böyle zor mudur yoksa sadece çocukken mi böyledir?” Adamın cevabı kısa ve nettir: “Hep öyledir”. Hayatın bu yönü göz önünde bulundurulduğunda odaklanmamız gerekenin düşmemekten ziyade düştükten sonra kalmak olduğu açıkça görülmektedir. İşte bu durumu anlatan kavram Türkçemize psikolojik sağlamlık, yılmazlık ya da kendini toparlama gücü olarak çevrilen İngilizce “resilience” kavramıdır. Frederic Lenoir, kitaplarını beğendiğim bir felsefecidir. Mutluluk, neşe gibi konulardan sonra psikolojik sağlamlıkla ilgili de kısa ama içi dolu dolu bir kitap yazdı: Öngörülemeyen Bir Dünyada Yaşamak. Bu yazıda Lenoir’in kitabının bir değerlendirmesini ve psikolojik sağlamlığı nasıl inşa edebileceğimize ilişkin görüşlerini paylaşmak istiyorum.
Lenoir kitabı yazarken, sıkıntıdaki bir insanın yapması gereken önemli bir yöntemi kullanmış ve bu konuda deneyim sahibi kişilerin ne yaptıklarına bakmış. Kitabın önsözünde bu durumu şöyle anlatmaktadır: “Bu kitabı yazarken, derin kriz zamanlarında yaşayıp düşünmüş ve sıkıntılı süreçleri mümkün en iyi şekilde atlatma konusunda önemli düşünceler geliştirmiş -Stoacılar, Montaigne veya Spinoza gibi- geçmiş zaman filozoflarından ziyadesiyle ilham aldım. Sinirbilim ve psikoloji kaynaklı daha çağdaş düşüncelerden de esinlendim.” Son yıllarda tüm dünyada Stoacı felsefeye ciddi bir yönelim olduğu görülmektedir. Çünkü Stoacı filozofların en belirgin özelliklerinden birisi yaşamın sıkıntılarını göğüslemekte ve onlarla başa çıkmaktaki başarılarıdır. Dolayısıyla psikolojik sağlamlık denildiğinde Stoacı filozofların yaşamları ve görüşleri işe yarar bir yol gösterici olarak değerlendirilebilir. Yazar da kitap boyunca yer yer buna değinmiş.
Güvende Hissetme
Kitap “güvende hissetme” konusunu ele alarak başlıyor. İnsanın psikolojik ihtiyaçlarına odaklanıyor ve güvenlik ihtiyacının önemini vurguluyor. Lenoir, insanların olumsuz hayat koşullarına rağmen, dini inançları sayesinde yaşamlarını daha iyi yaşayabildiklerini hatta daha neşeli olabildiklerini belirtiyor. Bunun dışında ise “felsefe ya da şiir kitapları okuyarak zihnini geliştirenler, düzenli olarak yoga veya meditasyon yapanlar, yaratıcı faaliyette bulunanlar, toplumla iç içe yaşayarak sevgi ve merhamet duygularını yeşertenler, varoluşlarına bir anlam vermeye çalışanlar, hayattaki zor zamanların üstesinden gelme bakımından tartışmasız daha donanımlıdırlar” diye devam etmektedir.
Kitapta psikolojik sağlamlık (resilience) kavramının 1990’larda Fransız nöro-psikiyatr Boris Cyrulnik tarafından geliştirilip popüler hale getirildiği ifade edilmektedir. Bu bilim insanı, her ikisi de Auschwitz nazi kampında ölmeden önce, ebeveynleri tarafından, 5 yaşındayken bir yatılı okula yerleştirilmiştir. Pek çok koruyucu aile yanında yaşadıktan sonra, savaş bitiminde teyzesi tarafından evlat edinilmiştir. Bu travmatik çocukluğu onu psikiyatr olmaya ve bu korkunç sınavın üstesinden gelebilmek için iç kaynaklarını kullanmaya yöneltmiştir. Cyrulnik, yazdığı kitaba “Harika Bir Talihsizlik” adını vermiş ve içinde bulunduğu duruma uyum sağlamakla yetinmemiş ayrıca yaşadığı travmalardan nasıl yararlanacağını da bilmiştir. Ünlü bir psikiyatr olmuş, bir aile kurmuş ve empati, yardımseverlik gibi insani nitelikler geliştirmiştir. Boris Cyrulnik, zorluklarla başa çıkabilme sürecini başlatabilmenin koşulu olarak da sevginin önemini vurgulamıştır: “Çocukken, tek bir kişi tarafından veya sadece belirli bir dönem de olsa kayıtsız şartsız sevilmiş olmak. Bu gerçek ve derin sevgi, yaşamda ilerlememiz için ihtiyaç duyacağımız temel varoluşsal güvenliği bize sağlamış olacaktır.”
İnsanın en güçlü özelliklerinden birisi “uyum yeteneği”dir. Yeni koşullara uyum sağlamada pek çok diğer canlıdan daha avantajlı olduğumuz bilinen bir gerçektir. Bu özel durumumuz nedeniyle bugün insanlık olarak dünyanın her yerinde ve her ikliminde yaşayabilmekteyiz. Lenoir, kitapta olumsuz koşullarla mücade etme yollarından birisi olarak da “uyum sağlamayı” öne sürmektedir. Bunu “İçsel olarak kendini yeniden inşa etmek, büyümek ve gelişip olgunlaşmak için maruz kalınan şok dalgasını tanımak ve ona bilinçli bir şekilde uyum sağlamak gerekir…” diye ifade etmektedir. Özellikle kontrol edemediğimiz dış olaylarla başa çıkmada, uyum sağlamanın işe yarayabileceğini belirtmektedir. Bu konuda M.Ö 4. Yüzyılda yaşamış olan Zhuangzi’ye atıf yaparak, yüzücünün akıntının gücüne karşı gelerek değil, nehrin akışına eşlik ederek ilerleyebileceğini örnek vermektedir.
Olumlu Duyguları Beslemek
“Hazzı ve olumlu duyguları beslemek” başlığında ise çeşitli nörotransmitterlerin ve oksitosin gibi hormonların duygusal durumumuz üzerindeki etkilerinden bahsetmektedir. “Davranışlarımız üzerinde en güçlü etkiye sahip olan nörotransmitterler dopamin, serotonin, asetilkolin ve GABA’dır. Dopamin şüphesiz en önemlisidir: Hazlarla ilişkili olduğundan bize tatmin duygusu, motivasyon ve yaşama şevki verir. Yine serotonin de yaşam sevinci, dinginlik, memnuniyet, iyimserlik ve aynı zamanda uyku ile ilgilidir. Bu ilaç firmalarının antidepresan geliştirmek için kullandığı ana moleküldür” Bu kimyasallar salgılandıklarında iyi hissetmemize yardımcı olurlar, aynı zamanda hoşumuza giden etkinlikler de bu kimyasalların salgılanmasını sağlar. O yüzden kitapta doğada yürüyüş, arkadaşlarla zaman geçirme, müzik dinleme, yoga ya da meditasyon yapma, keyif veren bir film izleme gibi etkinlikler önerilmektedir. Duygu değişimini sağlamak önemlidir. Pozitif psikoloji araştırmalarından şunu biliyoruz ki, aynı anda hem olumlu hem olumsuz duyguyu yaşamak mümkün değildir. Söz gelimi hem öfkeli hem de şükran duygusu içinde olamazsınız; ya da aynı anda hem korkulu hem de neşeli olamazsınız. O yüzden olumsuz duygu ya da ruh halinde çıkma ve olumlu duyguları deneyimleme önemli bir mental beceridir. Lenoir bu noktada şöyle devam ediyor: “Bu durum bana Spinoza’nın söylediklerini hatırlatıyor: “Bir duygu kendisine aykırı ve kendisinden daha güçlü bir duygu olmadan ne bastırılabilir ne de ortadan kaldırılabilir”. Bu cümle her şeyi anlatıyor. Bir korku, üzüntü, öfke, depresyon duygusu ya da hissini ancak zevk, şükran, sevgi, neşe gibi başka bir duyguyu ve olumlu hissi harekete geçirerek arkada bırakabiliriz.” Olumsuz duygularla başa çıkmada işe yarayacak bir yöntem olduğunu söyleyebilirim.
Yavaşlamak
Kitabın bir başka bölümünde ise “yavaşlamak ve an’ın tadını çıkarmak” üzerinde duruluyor ve Stoacı filozof Seneca’nın “İyi yaşamak için acele et ve her günün kendi içinde bir hayat olduğunu düşün” sözüne vurgu yapılıyor. Günlük yaşamın meşgaleleri, hız ve haz çağında yaşıyor olmamız, çoğu zaman yavaşlamamız gerektiğini bize hatırlatıyor. Çoğu zaman yaşamayı unutmuş gibi davranabiliyoruz. Çevremiz, zamanımız tümüyle mecburi iş ve eylemlerle dolmuş gibi görünüyor. Böyle bir ortamda da en çok ihtiyaç duyduğumuz şey dinginlik ve huzur olarak karşımıza çıkıyor. Lenoir, salgındaki kapanmaların bu yavaşlamaya yardımcı olabileceğini anlatıyor.
Bağlanma
Frederic Lenoir, psikolojik sağlamlığın bir diğer kolonu olarak da “bağları güçlendirme”yi ele almaktadır. Bu bağlamda ilişkilerin ruh sağlığımız açısından ne derece önemli olduğuna dikkat çekmektedir. Bu konuda “Duygusal bağlanma hormonu oksitosinin psikolojik iyi oluşumuzda ne kadar önemli rol oynadığından daha önce bahsetmiştim. Bu hormon esas itibariyle fiziksel temas yoluyla, öpücükler, sarılmalar, şefkat belirtisi jestlerle salgılanır. Sevdiklerimizle ve özellikle çocuklarımızla aramızdaki bu şefkat bağlarını elimizden geldiğince koruyalım, çünkü bunlar güçlüklerle baş etmek için asli önemdedir” demektedir.
Anlam Arayışı
Kitapta bir diğer psikolojik sağlamlık kaynağı olarak ele alınan konu da “anlam verme”dir. Burada “anlam arayışı”ndan ziyade “anlam verme” ifadesi üzerinde durulmaktadır. “Hayatımıza anlam vermek, yaşamak için sebepler bulmak demektir. Geçici de olsa şu soruyu yanıtlamaya çalışmaktır: Neden yaşamaya devam etmek istiyorum? Kalan ömrüm boyunca enerjimi hasretmek istediğim, değer verdiğim şeyler nelerdir?” gibi sorular bireylerin hayatlarına nasıl anlam verebilecekleri konusunda yardımcı olabilir.
Son olarak ise kitapta özgürlük, özerklik, bireyleşme gibi kavramlar üzerinde durulmakta ve ölüm konusu ele alınmaktadır. Pozitif psikoloji literatüründe de en sık vurgulanan iyi oluş bileşeni ya da psikolojik ihtiyacın “özerklik” olduğunu biliyoruz. Yazar salgın döneminde özgürlüğün kısıtlanmasını ve yasakları eleştiriyor. Ölümle ilgili ise vurgulanan, ölümün hayatı değerli kıldığı düşüncesidir. Hayatın sonsuz olmadığı gerçeği onu değerli kılmaktadır ve daha iyi yaşama konusunda bireyi teşvik etmelidir düşüncesi anlatılıyor.
Sonuç olarak, altmış sayfalık bu kısa kitabın içerik olarak son derece doyurucu olduğunu ve Marcus Aurelius’un deyimiyle “iç kale”lerimizi güçlendirmemize yarayacak ipuçları sunduğunu söyleyebilirim. Ben kitabı beğendim.
Sevgiler selamlar…
Küçükyalı, Mart 2023
Tayfun Doğan
[…] eksikliği, bazen de kaybedilmek istenmeyen bazı avantajlardan kaynaklanabilir. Yani, bazen psikolojik sorunlar yaşamanın kişiye bazı getirileri olabilir. Bu getiriler ve kazançlar gözden kaçırılırsa […]
[…] bu tür konulara yönelik bakışı, daha çok önleyici psikolojik hizmetler şeklindedir. Psikolojik sağlamlık (resilience) ve travma sonrası gelişim gibi kavramlar da hayatın bu acı yönleriyle ilgili […]