Endonezya, Güneydoğu Asya’nın büyük ve kalabalık ülkesi. On yedi binden fazla ada üzerine kurulu, yaklaşık 250 milyon nüfuslu bir ülke. Endonezya’ya gitmeye karar vermek öyle çok kolay olmadı. Çünkü Türkiye’ye çok uzak bir ülke –uçakla 12-13 saat sürüyor. Bir de aktarmalar falan derken bir gün boyunca uçaklarda ve havaalanlarında zaman geçiriyorsunuz. Neyse bir şekilde Qatar Airways’den Doha aktarmalı olarak Endonezya’nın başkenti Jakarta’ya biletimi aldım ve yolculuk süreci başlamış oldu. Uzun zaman önce internetten tanıştığımız Endonezyalı arkadaşım Gita ile nereleri gezebileceğim konusunda konuştuk ve o da bana orada rehberlik yapabileceği sözünü verdi. Böylece Jakarta, Bandung, Yogyakarta ve Bali olmak üzere dört yeri görmeye karar verdim.
Jakarta: Bir Garip Başkent
Jakarta, Endonezya’nın başkenti ve on milyon nüfusa sahip bir şehir. Müthiş kalabalık bir şehir, yollar, trenler ve aklınıza gelebilecek her yer kalabalık. Bir garip şehir dedim çünkü bu kadar büyük bir ülkenin başkentinin daha düzenli ve gelişmiş olmasını bekliyordum ama hiç de öyle değildi. Dev gökdelenlerin altında derme çatma evlerden oluşan karmakarışık bir şehir. Hayatımda bu yaşıma kadar gördüğümden daha çok motosikleti Jakarta’da gördüm. Trafik çok yoğun ve insanlar bu trafikte kendilerince bir çözüm bulmuşlar: Motosiklet. Kadın-erkek, yaşlı-genç herkes motosiklet kullanıyor. Kesinlikle trafikte araba sayısından çok motosiklet var. Hatta bu motosikletler taksi gibi de çalışıyor. Telefonunuza indirdiğiniz uygulamayla ya da yoldan çevirebileceğiniz bir motosiklete binip istediğiniz yere gidebiliyorsunuz. Çok da hesaplı. O trafikte çocuklarıyla binenlerden tutun da sürücünün arkasında yan oturan kadınlara kadar pek çok farklı insanı görebiliyorsunuz. Ben orada motosiklete iki kez bindim (birisi bir saat kadar sürdü) ve o yoğun trafikte düşmeyeyim diye sürücüye ahtapot gibi sarılmıştım. Yol kenarlarında pet şişelerin içinde zeytinyağına benzer bir şeyler satıyorlardı. Ama yakından bakınca, bunların zeytinyağı değil de benzin olduğunu anladım. Yolda benzini biten motosikletler için satılıyormuş.
Jakarta’da kiraladıkları bisikletlerle eğlenen insanlar
Başkent Jakarta kalabalık bir şehir
Açıkçası, Jakarta’nın çok fazla görülecek yeri yoktu. Ancak sokaklarında yürüdük, İstiklal Camiini gezdik ve İstiklal anıtının bulunduğu meydanda zaman geçirdik. İstiklal demişken, Endonezya uzun süre Hollanda sömürgesi olarak kalmış ve 1945 yılında bağımsızlığını elde etmiş. Bu cami ve anıt bağımsızlık anısına yapılmış. Küçücük bir ülke olan Hollanda’nın böylesine dev bir ülkeyi sömürgesi yapması karşısında insanın içi acıyor. İstiklal Camii, şimdiye kadar gördüğüm en büyük camiiydi. Güneydoğu Asya’nın en büyük, dünyanın da dördüncü büyük camisiymiş. Namaz vakitleri dışında da camii oldukça aktif, bizim ülkemizden farklı olarak insanlar camiinin içerisinde uyuyorlar, sohbet ediyorlar, hatta bir kadın da çocuğunu emziriyordu.
İstiklal Camii
İstiklal anıtı da büyük bir meydana yapılmış ve tepesindeki alev simgesi altın kaplamaymış. Meydan güzel tasarlanmış. İnsanlar çimlerin üzerinde dinleniyor ve eğleniyorlardı. Aynı zamanda biz gittiğimizde konser gibi bir etkinlik de vardı. Endonezyalılar, beyaz tenli insanlara (turistlere) büyük ilgi gösteriyorlar, konuşmak ve beraber fotoğraf çektirmek istiyorlar. İnsan kendini orada Hollywood yıldızı gibi hissediyor. Gerek meydanda gerekse caminin içinde pek çok kişi beraber fotoğraf çektirmek istedi ben de memnuniyetle kabul ettim. Hatta şehir içinde trene bindiğimizde yolcuların da rahatsızlık vermeden bana baktıklarını ve yanlarındakilere fısıltıyla bir şeyler söylediklerini fark ettim. Küçük çocuklar da ilgiyle bakıyor ve annelerine gösteriyordu beni. Arkadaşıma, rahatsız olduğumdan değil ama çok mu farklı görünüyorum diye sordum. Evet, çok farklısın dedi. Sonra kendi çocukluğumu hatırladım. Babam demiryollarında çalışırdı ve biz istasyondaki lojmanda otururduk. Ara sıra istasyona turist trenleri gelirdi. O trenlerin geleceğini haber alınca, kırlardan çiçekler toplar ve tren istasyona gelince turistlere verirdik. Onlar da bize küçük hediyeler, çikolatalar falan verirlerdi. Hatta bir Alman turist bana güzel bir kravat iğnesi vermişti, lokomotif şeklinde yeşil bir kravat iğnesiydi. Uzun yıllar sakladım onu ama sonra kayboldu, nereye gitti bilmiyorum. O turist trenleri, çocukluğuma ait en güzel anılardan birisidir. Nasıl sevinir, heyecanlanırdık farklı insanları gördüğümüzde. Tren gittikten sonra bile günlerce birbirimize anlatırdık yaşadıklarımızı. O hatıraların etkisiyle, şimdi ben de ne zaman yurtdışına çıksam, yanıma küçük anahtarlıklar ve çeşitli hediyelik eşyalar alıyorum ve orada iletişim kurduğum samimi insanlara ve çocuklara onları veriyorum. Mutlu olduklarını görmek beni de mutlu ediyor.
İstiklal Anıtı
İstiklal Meydanında çocuklarla
Jakarta’da gözlemlediğim bir başka şey ise sokak satıcılarının çokluğu idi. Her yer sokak satıcısı ve özellikle yiyecek satıyorlar. Pek çok fotoğraflarını çektim. Aklıma gelmişken şunu da ekleyeyim, Endonezya şimdiye kadar gittiğim ülkeler içerisinde en rahat fotoğraf çektiğim ülkeydi. Bir kişi bile ne yapıyorsun, niye çekiyorsun demedi ve herhangi bir tepki göstermedi. Başka ülkelerde bu kadar kolay olmuyordu, insanlar bazen rahatsız olup tepki gösterebiliyorlardı. Hatta Roma’da yolda kendi aralarında konuşan birkaç polisin fotoğrafını çekmiştim de, içlerinden birisi çok sert tepki gösterip üzerime yürümüştü. Anlamadığım bir şeyler söylemişti ama iyi şeyler olmadığı belliydi 🙂
Jakarta’dan sonra Bandung şehrine gidecektik ama trende yer kalmadığı için bir araçla gittik. Başka turistlerde vardı, 7-8 kişi bindik ve Bandung’a vardık.
Bandung Şehri
Bandung, Endonezya’nın büyük şehirlerinden birisi. İlginç bir şehir çünkü tüm caddeleri derme çatma dükkanlardan oluşmuş, geniş ve düz bir araziye yayılmış bir şehir. Şöyle hayal edebilirsiniz: Bizim Anadolu’daki şehirlerimizde oto sanayi bölgeleri vardır, araba tamircileri falan bulunur, burası da sanki tüm şehir bir oto-sanayi merkeziymiş gibiydi. Bandung’a gitme sebebimiz, oranın Gita’nın şehri olmasıydı. Ailesiyle birlikte yerel bir restorana gittik ama ben yemekleri pek yiyemedim. Hatta bu yüzden biraz alındılar. Ama durumu açıklamaya çalıştım. Yurtdışında en zorlandığım konu yemek işidir. Hele ki bu kadar uzak ve farklı bir ülkenin yemeklerini yemek benim için çok zordu. Yemeklerin tadı ve kokusu gerçekten farklıydı. Sonraki günlerde KFC’ler, McDonalds’lar benim için can simidi oldu. Bir de sushi yapan Japon restorantları bulduğumuzda hemen içeri daldık. Bandung da iki de üniversite kampüsünü ziyaret etme imkanı buldum. Zaten ülke yemyeşildi, kampüslerde yeşil ve güzeldi.
Bandung’ta şahit olduğum ilginç şeylerden birisi de parfümeri dükkanlarıydı. Bu dükkanlar kimya laboratuvarı gibiydi. Müşteriler geliyor, tezgahın önüne oturuyorlar ve istedikleri parfümleri söylüyorlar, dükkandaki görevliler de deney yapan bir bilim insanı edasıyla ellerindeki maddeleri kullanarak karışımlar elde ediyorlar, bunları şişelere dolduruyorlar ve müşterilerine veriyorlardı. Şaşırtıcıydı…
İlginç parfümeri dükkanı
Bandung’tan sonra ülkenin kültür şehirlerinden birisi olarak nitelendirilen Yogyakarta’ya doğru yola çıktık.
Yogyakarta: Bir Kültür Şehri
Bandung’la Yogyakarta arası epey uzak bir mesafe ama ben yine de uçak yerine trenle gitmeyi tercih ettim. Böylece etrafı görebilecektim. Bu düşüncemin de çok isabetli olduğunu yolculuk süresince gördüm. Trenle yolculuğumuz yaklaşık 8 saat kadar sürdü. Bilet aldığımız vagon çok konforlu değildi ama çok kötü de değildi. Trenin penceresinden ülkenin köylerini, tarlalarını ve ormanlarını izleyerek yolculuğu tamamladık. Endonezya ekvatora yakın olduğundan dolayı yıl boyu yağış alan, sıcak bir ülke. Dolayısıyla da oldukça yeşil ve her yer ormanlık bölge. Ağaçlık bölgelerin dışında kalan yerler ise pirinç tarlaları. Bizim ülkemizde nasıl her yer buğday tarlası ise orada da her yer pirinç tarlasıydı. Pirinç onlar için çok önemli, ekmek yemiyorlar, yemek kültürlerinde ekmeğin pek yeri yok, ama her yemeğin yanına mutlaka pirinç geliyor. Bu pirinç bazen tabak içinde bazen de muz yaprağına sarılmış şekilde geliyor. Ama gelen pilavın tadı da değişikti, kullandıkları yağdan olabilir.
Yogyakarta’ya tren yolculuğu
Yogyakarta’da müşteri bekleyen Becha sahipleri
Yogyakarta’ya ulaştığımızda gerçek Endonezya’ya geldiğimizi fark ettim. Jakarta ve Bandung’ta yaşadığım hayal kırıklığı yerini sevince bıraktı. Maliboro adlı caddesi oldukça canlı ve kalabalıktı. Alış-veriş için dükkanlar, yerlere bir şeyler serip üzerinde yemek yiyen insanlar ve çeşitli sokak gösterileri ile tam fotoğraf çekmelik yer diye düşündüm. O ilk akşam makinamı yanıma almamıştım. Burada çok güzel fotoğraflar çekebilirim diye düşünerek bir sonraki günü beklemeye başladım. Sabah da uyanır uyanmaz kendimizi dışarı attık. Caddede benim için her şey ilginçti. Bu uzun caddede gün boyunca zaman geçirdik ve yüzlerce fotoğraf çektim. Yorulduğumuz zamanlarda da Becha denilen üç tekerlekli bisikletlere bindik. Becha, orada oldukça yaygın ve çok uygun fiyatlara sürücüler sizi istediğiniz yere götürüyor.
Becha şehirde sık kullanılan bir ulaşım aracı
Yogyakarta, özel bir bölge ve halen krallıkla yönetiliyormuş. Hatta mevcut kralın erkek çocuğu olmadığı için bu kral öldüğünde kraliyet de sona erecekmiş. Becha’ya binerek kralın sarayının bulunduğu bölgeye gittik. Becha’dan indiğimizde ücretin ne kadar olduğunu sorduğumda, mütevazi sürücü, gönlünden ne koparsa ver dedi. Arkadaşıma sordum ne kadar vereyim dedim. O da ne kadar istersen dedi. Anladım da ne kadarı normal olur, ne bileyim ben dedim. O da 20.000 Rupiah ver yeterli olur dedi. Bu parada yaklaşık 1,5 dolara tekabül ediyordu.
Kraliyet Sarayından bir görüntü
Saray bahçesindeki havuzlardan birisi
Saray dediysek öyle Avrupa’daki ya da Türkiye’deki saraylar gibi gösterişli değildi. Geniş bir alana kurulmuş ve halen aktif olan yapılar bütünüydü. Saray bölgesinde ilginç olan kraliyet ailesine ait olan havuzlardı, bu havuzlarda sıcak havalarda yüzüp dinleniyorlarmış ve kralın ya da prenseslerin girecekleri havuzlar da ayrı ayrı belirlenmiş. Saray bölgesi içerisinde dikkat çeken bir başka nokta ise sarayda görevli olanların ve ailelerinin yaşadıkları evlerdi. Bu evler normal sıradan evlerdi ve insanlar halen buralarda yaşamaya devam ediyorlarmış. Bu evlerin olduğu bölgede iki atölyeyi ziyaret ettik bunlardan birisi “batik” boyama atölyesiydi. Batik, Endonezya’nın çok ünlü ve yaygın olarak kullanılan boyalı kumaşı. Bu kumaşı elde boyuyorlar ve her türlü giysilerinde ya da günlük işlerinde kullanıyorlar. Batik, bir nevi ülkenin simgesi haline gelmiş. Buradan bez üzerine dokunmuş bir tablo aldım. Ziyaret ettiğimiz ikinci atölye ise, bir gölge oyunu atölyesiydi. Bu atölyede “Wayang Kulit” adı verilen bizim Hacivat-Karagöz ile benzer bir gölge oyunu için araç gereçleri üretiyorlar ve boyuyorlardı. Bir süre onları izledik ve sergiledikleri ürünleri gezdik. Birbirinden bu kadar uzak toplumlar olmasına rağmen benzer tarzda bir oyun-sanat etkinliğinin bu derece benzerliği şaşırtıcıydı. Ancak sonradan öğrendiğime göre dünyanın başka pek çok bölgesinde de bu gölge oyunu örnekleri bulunuyormuş. Tabii ki şu anda bu tür oyunlar yeni neslin ilgisini çekmiyor. Çünkü o dönemin espri anlayışı şu anki nesli güldürmez. Belki de bu oyunlardaki konuşmaların (repliklerin) güncellenmesi ve günümüze uyarlanması gerekiyor. Böylece yeni nesil ve çocuklar daha çok ilgi gösterebilir.
Geleneksel gölge oyunu Wayang Kulit
Yogyakarta’da en etkileyici deneyim ise, dünyanın en büyük Budist tapınağı olan Borobudur tapınağını görmemiz oldu. Tapınağın MS. 750 yıllarında yapıldığı ve yapımın 60-70 yıl kadar sürdüğü belirtiliyor. Ancak çok kısa bir süre kullanılabilmiş. Muhtemelen bölgedeki volkanların patlaması sonucu 10. yüzyılda terkedilmiş. Daha sonraki zaman içerisinde ülkenin İslamiyeti kabul etmesiyle de iyice unutulmuş. Hatta üzerinin volkanik küllerle örtülmüş. 19. yüzyılda ise yeniden keşfedilmiş ve Unesco’nun da desteğiyle temizlenmiş, restorasyon çalışmaları yapılmış ve turizme açılmış. Tapınak şu anda kullanımda değil, yalnızca turistik ziyaretlere açık. Duvarları pek çok kabartma ve süslemelerle dolu ve tapınakta yüzlerce Buda kabartması ya da heykeli var. Tapınak üç ana kattan oluşuyormuş ve her katın bir anlamı varmış. Aşağıdan yukarı doğru çıktıkça, olgunlaşma ve aşkınlık artıyormuş. Endonezya öyle bir ülke ki, onlarca farklı din, dil ve ırk bir arada yaşıyor. Hatta bu tapınağın bahçesinde bir de küçük cami vardı ve biz oradayken öğle ezanı okunuyordu. Bu arada şunu da söyleyeyim, Endonezya’da Budistler var ancak bunların oranı oldukça az, Hindular ise Budistlere göre daha çok diyebiliriz. Bazen bir eser ya da heykel gördüğümde Budistlere mi yoksa Hindulara mı ait olduğu konusunda karmaşa yaşadım. Ancak günler ilerledikçe bunları ayırt edebilmeye başladım. Hindular özellikle Bali bölgesinde yaşıyorlar ve onlarla ilgili ayrıntılı bilgi vereceğim.
Borobudur Budist Tapınağı
Borobudur Tapınağı’ndan bir kare
Borobudur Tapınağı’ndaki pek çok Buda heykelinden bir tanesi
Endonezya’nın Büyüleyici Adası: Bali
Yogyakarta’dan uçağa bindik ve yanlış hatırlamıyorsam 1,5 saatlik bir uçuştan sonra Bali’ye Denpasar Havaalanı’na indik. Bali, ülkenin diğer bölgelerinden daha popüler ve turistik bir bölgesi diyebiliriz. Dolayısıyla da daha gelişmiş ve ekonomik durumu iyi bir bölge. “Ye, Dua Et, Sev” adlı Julia Roberts’ın başrolünü oynadığı film de burada çekilmiş. Muhtemelen o filmin de turist sayısının artışında etkisi olmuştur. Çünkü o filmde arayış içinde olan bir kadını canlandıran Julia Roberts’ın ziyaret ettiği yaşlı, bilge Hindu hala hayattaymış ve insanlar onu ziyaret edip beraber fotoğraf çekiniyorlarmış. Tabii ki ücretli. Bali adasında 5 gün geçirdim ve bu beş günün sonrasında keşke gezinin çok daha büyük kısmını buraya ayırsaydım diye hayıflandım. Çünkü ada sandığımdan daha büyüktü ve görülmesi, keşfedilmesi gereken çok fazla yeri vardı. Ayrıca yakınlarındaki küçük adalarında ayrı ayrı görülmeye değer yerleri varmış. Ancak mevcut beş günü iyi değerlendirmeye çalıştık ve görülmesi gereken pek çok yerini gördük.
Bali Hinduların yoğun olduğu bir bölge
Bali’nin nüfusu 4 milyon civarında ve nüfusun yaklaşık % 90’ını Hindular oluşturuyor. Yani gözünüzde gerek nüfus olarak gerekse yüzölçümü açısından küçük bir ada canlanmasın. Zaten gezilecek her yere de ya motosiklet kiralayarak ya da şoför tutarak araçla gitmeniz gerekiyor.
Endonezya’da motosiklet en önemli ulaşım aracı
Bali gerçek anlamda batılı turistlerin akınına uğramış durumda. Bunun birkaç nedeni var. Endonezya ekvatorda olduğundan dolayı, yıl boyunca yaz mevsimi yaşanıyor. Yalnızca bazı dönemlerde çok yağmur yağıyor. Bu durumda yılın her mevsimi bu bölgeyi cazip kılıyor. Onun dışında adada farklı bir kültür var. Yani kültür turizmine de hitap ediyor, aynı zamanda sahilleri ve plajları da çok güzel ve deniz turizmine de hitap ediyor. Bence en önemli diğer bir nokta ise ülkenin ekonomik durumunun çok iyi olmamasından dolayı, turistler için ucuz bir yer olması diyebilirim. Özellikle Avrupa, Amerika ve hemen yakınındaki Avustralya’dan gelen turistler için burası neredeyse bedava diyebilirim. Çünkü bir dolar 14.000 Rupiah civarındaydı. Bizim paramıza göre bile oldukça uygun bir tatil yöresiydi diyebilirim. Bölgenin tek dezavantajı ise Avrupa ve Amerika’ya çok uzak olmasıdır. Endonezya’ya giderken Doha (Katar) aktarmalı olarak gittim ve yaklaşık 13-14 saat kadar sürmüştü. Yine de giderken yaşadığım heyecandan dolayı çok zor gelmedi yolculuk. Ancak dönüşte oldukça zorlandım çünkü öncelikle Bali’den TR’ye doğrudan uçuş olmadığı için uçakla Jakarta’ya döndüm, oradan da yine Doha’ya (Katar) ve sonrasında İstanbul’a gelebildim. Dönüş için Bali’den öğlen vakti yola çıkmıştım, bir gün sonra gece 23.00 civarı İstanbul’a indik. Yani tamı tamına bir buçuk günüm uçaklarda ya da havaalanlarında geçti. Hatta uçak boştu ve yanımdaki koltuklar boş olduğu için uyudum. Uyuyor uyanıyordum ve yolculuk devam ediyordu. Bu arada Qatar Airways de gerçekten kaliteli bir havayolu şirketiymiş. Gayet memnun kaldım.
Neyse Bali’de neler yaptık, nereleri gördük devam edelim…
Öncelikle Bali’nin büyük bir ada olduğunu hatırlatarak başlayalım. Adanın özellikle orta kısımlarında yer alan Ubud bölgesi ve güneyinde yer alan Kuta ve Seminyak bölgesi daha popüler. Zamanımız olmadığı için biz kuzey bölgesini görmedik. Bir de Bali’nin etrafında küçük ama görülmesi gereken başka adalar da varmış ancak bunun için geziye daha uzun bir zaman ayırmak gerekiyor.
Bali’yi gezmek için beş günlük bir süremiz vardı. Bunun ilk üç gününü Ubud’da, kalan iki gününü ise Seminyak’ta geçirmek üzere planımızı yapmıştım. Havaalanına indiğimizde Ubud yerine, Kuta’ya geçtik. Kuta yine güneyde daha turistik bir bölge. Buraya geçme nedenimiz ilginç. İstanbul’da düzenlediğim “Avrasya Pozitif Psikoloji Kongresi”nde Endonezya’dan gelen akademisyenler de vardı. Onlardan birisi de Dr. Laila Effendy’ydi. Kendisi Facebook’tan oraya geleceğimi öğrenince, mutlaka kendisini ve üniversitesini de ziyaret etmemi istedi. Ancak yaşadığı şehir (Surabaya) bizim rotamızın çok dışında ve uzaktı. Dolayısıyla oraya gidemeyeceğimizi söyledim. Ama şansımıza bizim Bali’de bulunduğumuz tarihlerde o da bir konferans için Bali’de olacağını ifade etti ve kendisiyle Kuta’da buluşup bir akşam yemeği yedik. Dünya küçük dedikleri şey bu olsa gerek 🙂
Endonezya’da pozitif psikoloji alanında çalışan Dr. Laila Effendy ile akşam yemeği
Dr. Laila, Gita ve Amerikalı arkadaşlarla
Akşam yemeğinden sonra taksiyle Ubud’da kalacağımız yere geçtik. Saat de epey geç olmuştu. Karanlıkta bozuk yollardan ilerleyerek konaklayacağımız yere geldik. Arabadan indik ve otelimsi mekanın önünde genç birisi valizlerimizi aldı, ben de o sırada taksiciye parasını ödedim. Taksici gitti ve biz de bir merdivenden yukarı doğru çıktık ama kimseyi göremedik. Seslendim cevap yok. Az önceki genç ortalıkta görünmüyordu. Adam valizlerimizi alıp nereye gitmişti acaba? Bir anda beynimde alarm zilleri çalmaya başladı. Soyulduk mu acaba? Genç adamın kalacağımız yerle bir alakası yok muydu yoksa? Çünkü sadece hoş geldiniz demiş ve valizleri alıp gitmişti. Biz de yorgunluktan boş bulunmuş olduk ve aklımıza hiç kötü bir şey gelmemişti. Kısa süreli bir panikten sonra “ben buradayım, o taraftan değil” diye bir ses duyduk. Gülerek geldi kendisi, gerçekten görevliymiş yani. Çok şükür dedik ve yerlerimize yerleştik.
Ubud, denizle bağlantısı olmayan, adanın içlerinde bir yer ve doğal güzellikleriyle ön plana çıkıyor. Kasaba gibi bir yer. Sabah uyanır uyanmaz kahvaltımızı yaptık ve fotoğraf makinamı kaptığım gibi şehrin sokaklarına kendimi attım. Oldukça şirin ve güzel bir kasabaydı. Ubud Market adı verilen uzunca bir sokağı var. Orada her türlü hediyelik eşyayı bulabiliyorsunuz. Orada epey bir zaman geçirdik ve Türkiye’de bekleyenlere ufak tefek hediyeler aldım. Bali kahvesi, anahtarlıklar, magnetler vs.
Bali’de Ubud Market
Maymunlar Ormanı
Ubud’da görülecek bir diğer yer ise Maymunlar Ormanı’ydı. Merkezde bulunan bir orman ve bilet alarak girebiliyorsunuz. Ormanda Hinduların kutsal saydıkları Makak Maymunları bulunuyor. Yaklaşık 800 kadar maymun varmış. Bu maymunların yetişkinlerinin boyu 50 cm kadar ve uzun bir kuyrukları var. Ormanda onlarcası etrafta dolaşıyor. Çekinerek de olsa ormana girdik. Aslında maymunlar gelen turistlere alışmış ancak yine de dikkat edilmesi gereken şeyler var. Elinizde ya da üstünüzde maymunların alabileceği bir şey taşımamanız gerekiyor. Gözlük, telefon, yiyecek bir şeyler gibi. Çünkü kaşla göz arasında, siz ne olduğunu anlamadan bunları alıp kaçabiliyorlar. Bir tanesi gözümün önünde bir kadın turistin gözlüğünü gözünden alıp kaçtı. Sonra yiyecek falan verdiler de gözlüğü bıraktı. Bir başkası da bir turistin cebine elini sokuyordu. Yani dikkatli olmak gerekiyor. Bir de ormanın girişinde ve içerisindeki uyarı tabelalarında maymunlarla doğrudan göz teması kurulmaması gerektiği yazıyordu. Bu arada ormanın içinde pek çok görevli de var ve onlar hem turistlere yardımcı oluyor hem de mekanın temizliği ve güvenliği ile ilgileniyorlar. Yine burada tezgâhlar da muz satıyorlar ve dilerseniz bunlardan satın alıp maymunlara verebiliyorsunuz. İsteyenler de oradaki satıcıların yardımıyla maymunları omuzlarına alıp fotoğraf çektirebiliyorlar. Ben o kadarına cesaret edemedim açıkçası J Çünkü kurtuluş savaşı yıllarında Yunan Kralı Alexandros’u bir makak maymunun ısırdığı ve kralın bundan dolayı öldüğünü biliyordum. Omuzuma almasam da, yanlarına oturup birkaç fotoğraf çektirdim.
Kutsal Maymun Ormanı
Maymuna bu kadar yaklaşabildim
Ubud’un merkezindeki gezilecek yerleri bitirdikten sonra günlük bir taksi kiraladık ve araçla gidilmesi gereken birkaç Hindu tapınağını ve pirinç teraslarını ziyaret ettik.
Pirinç Terasları
Trenle Bandung şehrinden Yogyakarta’ya giderken en çok dikkatimi çeken şeylerden birisi pirinç tarlalarıydı. Bizim ülkemizde nasıl her yer buğday tarlası ise orada da her yer pirinç tarlası. İlginç ama işlevsel hasır şapkalarını giymiş olan köylüler bu tarlalarda dizlerine kadar gelen balçığın içerisinde çalışıyorlardı. Bu görüntü o kadar güzeldi ki, fotoğraflarını çekemediğim için çok üzülmüştüm. Ancak Ubud’a vardığımızda rehberimiz bu pirinç tarlalarından birisine götürdü bizi. Bir tepenin eteğindeki bu pirinç terasını turizme açmışlar, bilet alıp gezebiliyorsunuz. İçeride de küçük bağışlarda bulunuyorsunuz. Siz gezerken köylüler de tarlada çalışmalarına devam ediyor. Orada onların pek çok fotoğrafını çektim, bazıları fotoğraflarını çektiğim için para da istedi. Birkaç dolar değerinde para da verdim. Tüm gezi boyunca en beğendiğim yerlerden birisi bu pirinç teraslarıydı. Ayrıca bugüne kadar hiç yakından pirinç tarlası ve pirinç bitkisini görmemiştim, onu da görmüş oldum. Bu arada şunu da eklemekte fayda var. Pirinç pek çok uzak doğu ülkesi için olduğu gibi Endonezyalılar için de temel besin kaynağı diyebiliriz. Ülkede ekmek tüketimi yok denecek kadar az. Bunun yerine her yemeğin yanında pirinç pilavı yiyorlar. Ancak bizim pirinç pilavları gibi tereyağlı tane tane düşen bir pilav gibi düşünmeyin. Daha çok lapa şeklinde haşlanmış, pek tadı tuzu olmayan bir pilav. Çoğu yerde de muz yapraklarına sarılmış ve sıkıştırılmış bir şekilde getiriyorlar.
Pirinç tarlalarında çalışan köylüler
Pirinç terasları
Hasır Şapka
Çiftçilerin giydiği hasır şapkalar çok güzel görünüyordu. Bana, sanki ülkenin simgesi bu hasır şapkalar olmalıymış gibi geldi. Çok doğal ve hoş görünüyordu. Aslında bu şapkalara izlediğimiz Vietnam’da geçen filmlerden bir göz aşinalığım vardı. Mutlaka bu şapkalardan bir tane almalıydım. Aradık ve bulduk. Şapkayı aldım ve gezerken de başımdan çıkarmadım. Güneşe karşı gayet koruyucuydu. Bir de onlara ait bir şeyi bu şekilde kullanmam yerel halkın çok hoşuna gidiyordu. Görenler gülümseyip, ‘çiftçi mi oldun’ diye soruyordu. Sadece şapka vesilesiyle bile pek çok kişiyle iletişim kurma imkânımız oldu. Aslında bu şapkayı sadece köylüler kullanıyormuş, biraz da o yüzden şaşırıyorlardı sanırım. Şapkayı almaya almıştım ama Türkiye’ye nasıl getirecektim? Bavuluma sığması mümkün değildi ama bırakmak da istemiyordum. Sonuçta bin bir zahmetle, tüm yol boyunca elimde getirdim. Hatta Jakarta’da havaalanında beklerken aynı hasır şapkalardan birkaç kişinin daha elinde gördüm. Sonra uçağa giderken konuşmalarını duydum, onlar da Türk’tü 🙂
Hasır şapkamla ben
Hindu Tapınakları
Bali’de ağırlıklı olarak Hinduların yaşadığını söylemiştim. Bunu Bali’deki havaalanına iner inmez fark ettim. Hindu kıyafetleri giymiş insanlar her yerdeydi. Bölgeyi gezmeye başlayınca da gördüm ki her yer tapınak. Bu tapınaklardan bazıları insanların evlerinde yaptıkları küçük tapınaklar. Diğerleri ise toplu ibadet yaptıkları büyük tapınaklardı. Yolda yürürken benzerlerini gördüğüm onlarca küçük tapınağı merak etmiştim. Nihayet birisine, bunların insanların yaşadığı ev mi yoksa tapınak mı olduğunu sordum. O da bunların hususi evler olduğunu ama hepsinde ibadet için bölümler bulunduğunu söyledi. Bizi evine davet etti ve eskiden büyük bir ailenin yaşadığı büyük bir avlusu olan güzel evi gezdirdi. Bahçede ibadet alanları, bir sunak ve yine küçük heykeller vardı. Dikkatimi çeken bir başka konu ise bu evlerin çok düzenli ve temiz olmalarıydı.
Geleneksel bir Hindu evi
Evin bahçesinin temizliği takdire şayan
Diğer büyük tapınaklarda ise ilk dikkatimi çeken şey, çirkin görünüşlü heykellerin olmasıydı. İlk başlarda bir anlam verememiştim ve gerçekten hiç estetik görünmüyorlardı. Hala da onları sevdiğimi söyleyemeyeceğim 🙂 Daha sonra öğrendim ki her yerde olan bu heykeller, ellerinde sopalarla kötü ruhları kovmak için oralarda bulunuyorlarmış. Bu anlamlı geldi. En azından neden bu kadar çirkin ve korkunç olduklarını anladım.
Kötü ruhları kovduğuna inanılan heykeller
Bali’de çok ilginç noktalarda inşa edilmiş büyük tapınaklar vardı. Örneğin bir tanesi denizde bir kayanın üzerindeydi. Oldukça etkileyici ve doğayla iç içe bir tapınaktı. Onun dışında ulaşılması biraz daha güç olan, bir uçurumun kenarında olan bir başka tapınak daha vardı. Sanırım buralarda insanlardan uzak ve doğa içinde bir yaşam insanların kendilerini disipline etmelerini kolaylaştırıyordu. Bir başka tapınak ise yaklaşık 300 küsur merdivenle inilen daha gizli bir tapınaktı. Buraya inmek oldukça keyifliydi ancak çıkarken çok zorlandım. Bir ara o merdivenler hiç bitmeyecek ve orada kalacakmışım gibi hissettim. Bacaklarım durdu adeta… Ama dinlene dinlene çıktım. Gördüğüme de değdi.
Hindu Tapınağı
Bali’nin her yeri tapınaklarla dolu
Kutsal Su Tapınağı da yine ilginç tapınaklardan birisiydi. Bu tapınakta bir havuzun içinde, yanlış saymadıysam sekiz tane yan yana dizilmiş çeşmeler vardı. Bu çeşmelerde sırayla yıkanıp diğerine geçiyorlardı böylece günahlarından arındıklarını öğrendim. İşin ilginci biz ziyaret ettiğimizde havuzdakilerin neredeyse tamamı turistlerden oluşuyordu. Rehberimiz suya girmek isteyip istemediğimizi sordu, ben girmek istemedim. O zaman en azından çeşmeden akan suya bir dokunun elinizi yıkayın dedi. Biz de elimizi yıkadık.
Kutsal Su Tapınağından bir görüntü
Tapınaklara girerken “sarong” adı verilen bir kumaş veriyorlar, onu belinize sarıp öyle giriyorsunuz. Saronglar rengarenk ve çok amaçlı olarak kullanılan kumaşlar, insanlar bunu yeri geldiğinde etek gibi yeri geldiğinde şal gibi kullanabiliyorlarmış. Çok amaçlı kumaş parçası desek yanlış olmaz yani…
Tapınaklara girerken sarong giymek zorunlu
Okyanusun içinde bir tapınak
Bali’de Çay ve Kahve
Rehberimiz yemyeşil yollardan bizi ilginç yerlere götürürken, kahve içebileceğimiz bir yer olup olmadığını sordum. Bu arada son beş yıl içinde, kahve içmediğim tek bir gün bile olmadığından eminim. Sanırım kahve bağımlısıyım. Ayrıca gittiğim yerlerde oralara özgü kahveleri tatmayı da çok seviyorum. Neyse, rehberimiz bizi kahve için çok güzel bir yere götüreceğini söyledi. Ağaçların arasından geçerek gidilen büyük bir bahçeye gittik. Burada gelen her grup ya da kişiyle bir görevli ilgileniyor. Kahve ve yapım aşamalarıyla ilgili bilgiler veriyor. Hatta kahvenin kavrulma ve dibekte öğütülme aşamalarını gösteriyor ve ziyaretçilerin de bunu deneyimlemelerini sağlıyor. Bali, kahve yetiştirmeye uygun bir iklime sahip, dolayısıyla Bali kahvesi adıyla bilinen yumuşak içimli kahveleri de gayet güzeldi. Gelirken de epeyce kahve getirdim ve hala içiyorum. Gittiğimiz bu yerde görevli kadın, kahveyle ilgili bize ilginç bilgiler verdi. Örneğin, kahve çekirdeklerinin dişi ve erkek olarak ayrıldığını orada öğrendim. Erkek kahve çekirdekleri daha sert bir içime sahipken, dişi kahve çekirdekleri daha yumuşak içimliymiş. Kahvenin kullanıma hazır hale getiriliş aşamalarını anlatıp gösterdikten sonra, bizi ağaçtan masaların olduğu bir yere aldılar. Burada ondan fazla kahve ve çay getirerek bunları ücretsiz deneyebileceğimizi söylediler. Hepsini denedikten sonra, kahve ve çayların satıldığı bölümüne geçtik. Buradan beğendiğim mango ve ginseng çaylarından aldım. Bu çay-kahve bahçesi oldukça özgün ve yaratıcı bir girişimcilik örneğiydi. Çünkü getirilen çay ve kahveleri tadan neredeyse herkes satış bölümünden bir şeyler alıyordu. Ücretsiz denediğimiz için psikolojik olarak borçlu mu hissediyoruz acaba diye de düşündüm ama emin olamadım. Bu arada Bali ile ilgili özellikle bahsetmemiz gereken bir kahve çeşidi de Luwak kahvesi. Sansar benzeri yabani bir hayvana kahve çekirdeklerini yediriyorlar. Hayvan bu çekirdekleri sindiremeden dışkılıyor. Bu dışkıları temizleyip kavurduktan sonra bu ilginç ve pahalı kahveyi elde ediyorlar. Bu gittiğimiz yerde sadece Luwak kahvesini tatmak ücretliydi. Zaten Bali’nin pek çok yerinde de bu kahveyi görüyordum ve gitmeden önce de hakkında pek çok şey okumuştum. Pek çok kimse merakla bu kahveyi deniyorlardı. Ama bana pek cazip gelmedi ve denemedim.
Çeşit çeşit çay ve kahveler
Aktif Yanardağlar
Endonezya depremleriyle de ünlü bir ülkedir. Özellikle aktif yanardağların olması depremlere de neden olabiliyor. Bali’de bu aktif yanardağlardan birisini görme imkanımız oldu. Zaman zaman lav püskürten dağın eteklerinde patlamadan kalan kül izleri oldukça belirgin bir şekilde görülüyor. Volkan hareketlenmeye başladığında hemen bölgeyi boşaltıyorlarmış zaten. Bu volkan, 2000 yılından sonra bile birkaç kez harekete geçmiş ve lav püskürtmüş. Hatta Youtube’dan bu patlamaların görüntülerini görebilirsiniz.
Aktif bir yanardağ
Bu yanardağın yakınlarında ilginç bir de Hindu köyü varmış. Bu köyde ölülerini gömmüyorlar, mezarlığa götürüp öylece açığa bırakıyorlarmış. Bunu da bölgeyle ilgili bir belgeselde izlemiştim ama hiç hoş görüntüler değildi ve kesinlikle gitmeyi düşünmedim. Hatta belgeselde bile izlememiş olmayı tercih ederdim…
Balık Pazarı
Endonezya’ya gitmeden önce orayla ilgili bulabildiğim tüm belgesel ve gezi programlarını izlemiştim. Bu gezi programlarından birisinde bir balıkçı köyünden bahsediyorlardı. Küçük kayık ve kanolarla balık avlayan köylülerin olduğu bir köydü. Orada rehberimize bunu anlattım ve o da bir balık pazarı bildiğini ve bizi oraya götürebileceğini söyledi. Çok heyecanlandım ve gittik… Ancak bu yer benim gezi programında gördüğüm balıkçı köyüne pek benzemiyordu. Derme çatma ama üstü kapalı bir balık pazarıydı burası. İçerisinde onlarca balık tezgahı vardı ve çok farklı deniz ürünlerini gözlemleme imkanı bulduk. Doğal olarak da pazar çok kötü kokuyordu ama bir süre sonra burnumuz alıştı. Rehberimiz buradan balık alıp, hemen pazarın arkasındaki lokantalarda pişirtebileceğimizi söyledi. Adının ve türünün ne olduğunu bilmediğim iki büyük balık aldık ve rehberimizin bahsettiği lokantaların olduğu yere gittik. Lokanta pek temiz gözükmüyordu ama ızgarada çok güzel bir şekilde pişirdiler balıkları ve yedik.
Bali’de bir balık pazarı
Çorbalık olarak ayrılmış balık kafaları
Hint Okyanusu
Bali’nin Seminyak ve Kuta gibi bölgeleri oldukça turistik bölgeler haline gelmiş. Buralarda denize girebilmek ya da sörf yapabilmek için güzel sahiller var. Ancak gezi programımız o kadar yoğundu ki denize, daha doğrusu okyanusa girmeye vakit bulamadım. Yalnızca son gün kumsalda biraz zaman geçirme fırsatı bulabildim. O zaman da deniz çok dalgalıydı, sadece ayakkabılarımı çıkarıp, sahil boyunca yürüyebildim. Hint okyanusundan bulduğum bir deniz kabuğunu da hatıra olarak getirdim ve televizyon sehpamın üzerine koydum. Ara sıra gözüme takıldığında oraları hatırlıyorum.
Hint okyanusunda bir tapınak
Dönüş
İki haftalık gezinin sonunda dönüş yolculuğu geldi çattı. Dönüş için Bali’den Türkiye’ye uçak yoktu. Dolayısıyla önce Bali’den Jakarta’ya, oradan Katar’a ve nihayet Katar’dan da İstanbul’a uçmam gerekiyordu. Bir öğlen vakti Bali’den uçağa bindim ve aktarmalarla falan uzun bir yolculuktan sonra İstanbul’a geldim. Hatta bilete dikkatli bakmamışım, ben Atatürk Havalimanı’na ineceğimizi düşünüyordum. Uçaktayken Sabiha Gökçen’e ineceğimizi fark ettim ve ayrıca mutlu oldum. Çünkü oradan evime ulaşmam daha kolay oluyor. Yine güzel anılarla bir seyahati daha bitirmiş oldum. Anı biriktirmeye devam… Şimdi 2 Mayıs’ta Almanya’ya yapacağım gezinin hazırlıklarına başladım. Almanya ile ilgili biraz okuyup araştırma yapmam gerek. Sevgiyle kalın…
Endonezya’dan Kısa Kısa Notlar
-Endonezya, genel olarak kalabalık bir ülke. Özellikle başkent Jakarta çok kalabalıktı.
-Ülke 17 bin kadar ada üzerine kurulmuş ve bu adaların 6 bin kadarında yerleşim varmış.
-Yerleşim olmayan bazı adalarda medeniyetle tanışmamış ilkel insanlar yaşıyormuş.
-Para birimi Rupiah, 2018 yılı itibariyle 1 TL=4 Rupiah.
-Ülkede tavuk ve balık tüketimi yüksek düzeyde.
-Her yer pirinç tarlası ve her yemeğin yanında pirinç pilavı olmazsa olmazlardan.
-Buğday yetişmediği için olsa gerek, ekmek tüketimi oldukça az.
-Çeşit çeşit tropikal meyveler görünüm ve tatlarıyla çok ilginç.
-Endonezya’da toplu taşıma neredeyse yok gibi. Taksicilik gelişmiş ve kadın erkek herkes motosiklet kullanıyor.
-Özellikle Bali’de Bali masajı, önemli bir geçim kaynağı ve turistler büyük ilgi gösteriyor.
-Gördüğüm kadarıyla insanların çoğu kilolu değil.
-Hava kirliliğinden dolayı pek çok kişi sokaklarda maske takarak geziyor.
Endonezya Gezisi Fotoğra Galerisi
Becha keyifli bir ulaşım aracı
Pirinç tarlasında çalışan bir çiftçi
Ubud şehrinde bir pirinç tarlası
Tapınak girişlerinde sarong giymek gerekiyor
Farketmeden çek
Tapınak girişinde Hindularla
Yogyakartalı karateci çocuklarla
Balık pazarından aldığımız balık
Bir parça tavuk, biftek ve muz yaprağına sarılmış pirinç
Endonezya’nın her yeri yemyeşil
Bandung’da şehir turu
Bali’de her adım başı bir tapınak var
Meyveleri henüz olgunlaşmamış bir kahve ağacı
Balık pazarından bir kare
Bir Japon restoranında farklı tadları denerken
Jakarta’da bir maymun adam
Hindular
Borobudur Budist Tapınağı
Borbudur Tapınağı
Borobudur tapınağından manzara
Uçurumun ucunda bir tapınak (Bali)
Ekmeğini kazanmaya çalışan bir sokak satıcısı
Bir Hindu tapınağı
Hindistan cevizi satıcısı
Bu fotoğrafın adını ‘Çalışan İnsan’ koymuştum 🙂
Harika konumda bir tapınak (Bali)
Maymunlar ormanında bir görevli ve maymun yanyana
Maymunlar ormanından bir makak maymunu
Çay ve kahve çeşitlerinin satıldığı bir dükkan
Kahve kavuran bir teyze
Hasır şapkasıyla bir becha sürücüsü
Yogyakarta’da Maliboro Caddesi
Budistler için simgesel bir çiçek: Lotus çiçeği
Geleneksel kıyafetler içerisinde üniversiteli öğrenciler
Jakarta’da sokak satıcıları
Jakarta’dan bir sokak manzarası
Jakarta’da farklı bir ulaşım aracı daha
İbadete hazırlanan bir Hindu güzeli
Jakarta’de İstiklal Camiinden bir görüntü
Endonezya’nın tropik meyveleri oldukça ilginç
Jakarta’da bir sokak satıcısı
Jakarta’da bir sokak satıcısı
Jakarta’da kaldırımlara oturmuş bir şeyler yiyen insanlar
Jakarta sokakları
Sokakta gösteri yapan ilginç kıyafetli bir kadın
Yol kenarlarında motosikletler için satılan şişelenmiş benzinler
Tayfun bey rehberiniz türkçe biliyormu benim bandung gitmem gerekiyor iş için Bursadan zeki ŞENGÜL
Hayır Türkçe bilmiyor ama İngilizcesi iyi.
Selam.ff clup bu yil endenozyaya gidecek.13 gun
Gezi no rt larinizi okudum ve imkanimi baska bir ulkede degerlendiririm dedim.tesekkurler.