İtalya seyahatimle ilgili bir önceki yazımda Roma’yı anlatmıştım. Bu yazımda ise Roma’dan ayrıldıktan sonra ziyaret ettiğim Floransa, Venedik ve Milano’ya ilişkin gözlemlerimden bahsetmeye çalışacağım.
Çiçek Gibi Şehir: Floransa
Avrupa’da seyahat etmenin en güzel tarafı ulaşımın çok kolay olmasıdır. Özellikle hızlı trenlerle istediğiniz şehre ya da ülkeye kolaylıkla gidebiliyorsunuz. Roma’da üç gün kaldım ve bu üç gün, istediğim yerleri görebilmem için fazlasıyla yetti. Dördüncü günün sabahı Floransa’ya gitmek üzere yola çıktım. Bir buçuk saatlik bir yolculukla şehre ulaştım. Floransa ile ilgili o kadar çok övgü dolu şey duydum ve okudum ki bu durum beklentilerimi oldukça yükseltmişti. Bundan dolayı şehri gördüğümde biraz da olsa hayal kırıklığı yaşadım diyebilirim. Çünkü beklediğimden çok daha küçük bir şehirdi. Ancak tarihi yapısı gayet iyi korunmuş ve sanatla ilgili çok şey bulunabilecek bir şehir. Zaten İtalyan rönesansının başladığı yer de burasıymış. Leonardo da Vinci, Michelangelo ve daha pek çok dünyaca ünlü sanatçının yetiştiği şehir Floransa. Şehrin bulunduğu bölge Toskana bölgesi olarak adlandırılıyor ve Floransa kısa bir süre de olsa İtalya Krallığı’na başkentlik yapmış. Roma’da olduğu gibi burada da her yer yürüme mesafesinde diyebilirim. Ancak otel seçiminde yaptığım hatadan dolayı burada daha fazla yürümek zorunda kaldım. Çünkü otelim şehir merkezine biraz uzaktı. Seyahate çıktığımda otelimi bulana kadar biraz geriliyorum. Sonuçta ilk kez geldiğim ve hiç bilmediğim bir şehir oluyor. Ama teknoloji günümüz gezginlerine büyük kolaylık sağlıyor, navigasyon cihazları ya da Google’ın haritaları sayesinde kalacağım yeri kolayca bulabiliyorum.
Tarihi Vecchio Köprüsü
Biraz yağmur kimseyi incitmez ama yine de yağmurlu havaları hiç sevmem. Floransa’da üç gün boyunca yağmur peşimi hiç bırakmadı. Bu durum fotoğraf çekmemi güçleştirdi, hasta olacağım diye endişelendim ama yağmur durmayınca mecburen bir yağmurluk alıp kendimi yollara vurdum. Daha önce Rusya’da St. Petersburg’da yağmurda ıslanmış ve çok fena hastalanmıştım, aklıma o geldi ama sıkı giyindim ve hastalanmadan bu geziyi bitirebildim.
Michelangelo tepesinden Floransa’nın ve Arno nehrinin görünüşü
Floransa’da Dumo adı verilen ve şehrin simgesi olan katedral görülmeye değerdi. Onun dışında dünyanın en önemli ve zengin müzelerinden birisi olan Uffizi müzesi ünlü sanatçıların eserleriyle doluydu. Uffizi müsesinde yüzlerce tablonun arasında Osmanlı padişahlarından ve paşalarından bazılarının da portreleri vardı. Ben Fatih Sultan Mehmet’in portresini gördüm ama Hürrem ile Kanuni’ninkini bulamadım. Fatih’i çok sert resmetmişler. Yine şehrin simgelerinden birisi haline gelmiş Michelangelo’nun meşhur Davud heykeli de Floransa’da bulunuyor. Orjinali Academia Müzesi’ndeymiş ama kopyasını şehrin birkaç farklı yerinde görebiliyorsunuz. İtalya’nın diğer şehirlerinde olduğu gibi burada da büyük meydanlar var ve bu meydanlar sanatsal açıdan önemli heykellerle dolu. Michelangelo tepesi adı verilen tepeden ise Arno nehri ve şehir gerçekten güzel görünüyor.
Santa Marie Del Fiore Katedrali (Dumo)
Floransa’dan bahsedip Medici ailesinden bahsetmemek olmaz. Aile, şehri sanatın merkezi yapmış, sanat müzelerinin ve önemli eserlerin şehirde kalmasını sağlamış. Ticaretle uğraşan bir aileyken, sonradan 15. ve 16. yüzyıllarda yönetimi de ele almışlar. Sanatçıları her anlamda desteklemişler. Önemli taht mücadeleleri vermişler. Vecchio köprüsü de onların döneminde kalma ve şehirde görülmesi gereken yerlerden birisi. Aile suikast korkusundan dolayı halkın arasına karışmak istememiş ve bu ilginç köprüdeki geçitten geçerek şimdi Uffizi Müzesinin olduğu çalışma ofislerinden, Arno nehrinin karşısındaki saraylarına gidip gelmişler. Bu dışarı çıkmama ve halkın arasına karışmama durumu o kadar abartılmış ki güneş görmediklerinden dolayı ailenin çocuklarında kemik hastalıkları görülmeye başlanmış. Aile şaşaalı bir dönemden sonra, yetenekli ve başarılı liderler çıkaramamış ve bir şekilde tarih sahnesinden silinip gitmişler. Çok ilginç, gerçekten soyları tükenmiş. Vecchio köprüsünde şu anda kuyumcu dükkânları var. Küçücük bir köprü ve sekiz on tane kuyumcu var. Yani bizim Mısır Çarşısı’nın ve Kapalı Çarşı’nın yanında esamesi bile okunmaz 😉
Vecciho Köprüsü
Floransa aynı zamanda Pinokyo’nun da şehri. Bundan dolayı hediyelik eşya satılan her yerde Pinokyo’lu ürünlere rastlayabiliyorsunuz. Bir de şehirde dericilik çok gelişmiş, deri ürünlerin satıldığı çok fazla dükkân ve mağaza var. Hatta el yapımı deri ürün satan yerler de gördüm. Ama fiyatları çok uygun değildi. Özellikle kadınların Floransa’yı daha çok seveceğini düşünüyorum çünkü her köşede bir deri ürünleri satan dükkân var ve muhteşem güzellikte çantalar var. Bu şehre kadınlarla gitmek akıllıca olmayabilir 🙂
Floransalı Pinokyo
Floransa, çiçek gibi şehir tanımına uygun bir şehir diyebilirim. Otelim şehrin dışında olduğu için, merkezden uzak dış mahalleleri de görebildim. Evler iki ya da üç katlı şekilde yapılmış ve duvarları farklı türlerde sarmaşıklarla sarılmış durumdaydı. Ayrıca balkonlarda ya da pencerelerde mutlaka çiçekler vardı. Kaldığım küçük otelin bulunduğu bölge çok güzel çiçek kokuyordu. Ayrıca yeşil de bir şehir. Zaten bir şehrin güzel olup olmadığını kişisel olarak üç kritere göre değerlendiririm: şehrin tarihi önemi, yeşil olması ve fotoğraflanmaya değer çok yerinin olması. Bu açıdan Floransa güzel bir şehirdi diyebilirim. Dikkatimi çeken önemli bir şey ise evlerin birbirine çok yakın olması, yüksek duvarlarla çevrili olması ve sokakların çok dar olmasıydı. Ne zaman böyle yerleşim yerleri görsem, bunu insanların korku duygusuyla yaptıkları aklıma gelir. Çünkü insanlar birbirlerine yakın olarak özlerinde olan korku ve yalnızlık duygusundan kurtulmaya çalışıyorlar diye düşünüyorum. O zaman bizim ülkemizde Karadenizliler daha mı cesur diye bir soru beynime hücum ediyor 🙂
Floransa’da sokaklar
Elbette ki coğrafi şartlar da yerleşimlerin nasıl olacağını etkiliyordur ancak, bu dediğim korku ve güvende olma isteği de göz ardı edilmemelidir. Mesela Konya/Ereğli’de kendi köyümüze gittiğimde de bu durum aklımı kurcalamıştır. Uçsuz bucaksız arazi var ama köyde evler dip dibe yapılmış. Bu konuyu sosyolog ya da antropolog arkadaşlarla da konuşmak lazım.
Floransa için iki gün ayırmak yeterli olacakmış ama ben bilemedim üç gün ayırdım. Akşamları da pek bir etkinlik olmadığı için daha çok oteldeki odamda takıldım, anlamadan İtalyanca televizyon kanallarını izledim ve bol bol düşünmeye zamanım oldu.
Sular İçinde Bir Şehir: Venedik
Venedik ya da İtalyanların söylemiyle Venezia merak ettiğim şehirlerden birisiydi. Ünlü sanatçı Vivaldi’nin şehri Venedik’e gitmek için Floransa’dan trene bindim ve bu ilginç şehre ulaştım. Buradaki otel seçimim isabetli olmuş çünkü istasyona on dakika uzaklıktaydı. Ancak bulmam o kadar kolay olmadı. Çünkü Venedik kelimenin tam anlamıyla bir labirente benziyor. Şehirde araba ve motorlu araç yok (Kanallardaki su motorları hariç). Unesco Dünya Mirası listesindeki bu ilginç şehirde 118 ada, 177 kanal ve 420 kadar köprü varmış. İnsanlar böyle bir yere neden yerleşir ve burada neden yaşar anlamak güç. Ancak okuduğum kadarıyla buraya yerleşim, Attila’nın Avrupa’ya olan seferlerine kadar dayanıyormuş. O dönemin insanları benzer saldırılardan kendilerini koruyabilmek için bu adalara yerleşmişler. Zamanla o kadar gelişmiş ve büyümüşler ki Avrupa ticaretinin merkezi olmuşlar. Hatta haçlı seferleri sırasında İstanbul’u yağmalamaları da hafızalara kazınmış. Ünlü San Marco Meydanı’ndaki bazilikanın girişinde bulunan dört adet bronz at heykeli de bu yağmalamada alınıp İstanbul’dan Venedik’e getirilmiş. Gerçi bu atlar orijinal değilmiş, orjinalleri müzedeymiş. Çürüdüğü ve zarar gördüğü gerekçesiyle müzeye alınmış, kopyaları ise kilisenin üzerine konulmuş. Venediklilerin talihsizlikleri Osmanlı’nın gelişme dönemine denk gelmeleri olmuş. Akdeniz’de Osmanlı ile önemli deniz savaşları yapmışlar ve kaybetmişler.
Haçlı seferleri sırasında İstanbul’dan götürülen bronz atlar
San Marko Meydanı büyük ve güzel bir meydan. Venedik’in dar sokaklarında dolaşırken mutlaka kayboluyorsunuz ve gezerken bir şekilde bu meydana çıkıyorsunuz. Napolyon bu meydanı dünyanın en güzel meydanı olarak nitelendirmiş ama pek katılmıyorum. Daha iyisini de gördüm daha kötüsünü de.
San Marco Meydanı
Şehir fotoğraf çekmek için harika bir yer. Renkli ilginç evler, köprüler, kanallar, gondollar ve daracık sokaklar fotoğraf çekmek isteyenler için harika fırsatlar sunuyor. Venedik’in simgesi elbette ki gondollar. Bu kayıkların hepsi siyah renkte çünkü zamanında Venedik’te büyük bir veba salgını olmuş ve çok fazla insan ölmüş. O dönemde ölenleri gondollarla taşımışlar ve bunun anısını yaşatmak adına da gondolları sadece siyah renge boyamışlar. Gerçi gondollar şu anda romantizmin simgesi olmuş. Sevgilisini alan kendisini gondollara atmış. Ama bu romantizmin bedeli biraz pahalıydı. Gondolla gezmenin bedeli 100 Euro kadar ve eğer gondolunuza bir de müzisyen alırsanız bu bedel daha da artıyor. Ben zaten yalnız başıma gezdiğim için gondola bineyim diye de bir isteğim olmadı. Fotoğraflarını çekmek daha keyifliydi. Gondol pahalıymış diyenler için tekne turları da bir seçenek olabilir.
Turistlerin gondol sefası
Seyahat için bir şehre gittiğimde hemen bir harita ediniyorum. Çoğu zaman da kaldığım otellerde bu türden haritalar oluyor. Ancak Venedik’te haritayı elime bile almadım çünkü şehir haritayla gezilebilecek gibi değildi. Haritaya bakarak yer yön bulmak neredeyse imkânsızdı. Onun yerine kendimi sokaklara bıraktım ve ayaklarım nereye götürdüyse oraya doğru yürüdüm. Elbette doğal olarak kayboldum ve yorulup otelime dönmek istediğimde bir türlü oteli bulamadım. Çünkü her sokak birbirine benziyor ve sokaklar dar olduğundan dolayı tam olarak nerede olduğumu da kestiremiyordum. Sonra, araya sora tren istasyonunu ve ardından da otelimi bulabildim. Sonraki üç gün boyunca da aynı taktiği kullandım.
İdamlık mahkumların infaza götürülürken son kez denize baktıkları Son Bakış Köprüsü
Nisan-Mayıs dönemi Venedik için iyi bir ziyaret dönemi ancak bu dönemde bile çok fazla turist vardı. Bazen o dar sokaklarda turist kalabalığından dolayı yürümek çok güçleşiyordu. Yaz döneminde nasıl olacağını hayal bile edemiyorum. Zaten şehrin sakinlerinin iyice azaldığını nüfusun yaşlandığını okudum. Kalanların çoğunluğu da evlerini pansiyon ya da otele çevirmiş. Şehir bu haliyle yaşamak için tercih edilecek bir şehir de değil aslında, tamamen turistik bir şehir halini almış.
Venedik ve Büyük Kanal
Venedik’te cam işlemeciliği de çok yaygın ancak camdan yapılmış süs eşyaları da çok pahalıydı. Yani el büyüklüğündeki bir cam süs eşyası birkaç yüz Euro kadardı. Bir de Çinliler bu cam süs eşyalarının da çakmasını üretmişler, dolayısıyla aldığınız ürünün orijinal olup olmadığından emin olmak önemli.
Modern Bir Şehir: Milano
Üç günlük Venedik gezisini de tamamladıktan sonra, son durağım olan Milano’ya doğru yola çıktım. Genelde bu tür gezilerde en sona kalan şehri gezmek için pek dermanım ve motivasyonum kalmaz. Trende Milano’ya doğru giderken bunu düşünüyordum ama tren istasyonuna indikten sonra bu düşüncelerimden uzaklaştım. Çünkü Milano’yu çok beğendim. Tren istasyonunun mimarisi gerçekten güzeldi. İstasyondan çıkar çıkmaz, Turkish Kebab diye bir yer gördüm. On gündür pizza ve makarna yemekten bunalmıştım, hemen kendimi içeri attım. Bir döner yedim ama açıkçası ne tadı ne tuzu vardı. Sonra Milano’nun büyük ve geniş caddelerinde yürümeye başladım. Fark ettim ki, pek çok Türk lokantası varmış. Milano’da bir gün kaldım ve çok beğendim, keşke buraya iki gün ayırsaydım diye de hayıflandım.
Milano’da büyük bir katedral
Milano, oldukça modern, çok geniş caddelere sahip, temiz, yeşil ve planlı bir şehir. Eğer insan büyük bir şehirde yaşayacaksa bu Milano gibi olmalı. Bir ticaret ve moda merkezi olan şehir insanı boğmuyor. Özellikle geniş bisiklet yolları dikkatimi çekti, bisiklet kullanımı çok yaygındı. Gözlemlediğim şeylerden birisi de bisiklet noktalarıydı. Belli yerlerde birbirinin aynı bisikletler vardı. İnsanlar gelip ellerindeki kartları okutup buralardan bisikletleri alıp kullanıyorlardı. Bu sanırım belediyenin bir hizmetiydi. Yani şehirde bisiklet kullanmanız için illa ki bisikletiniz olması gerekmiyor, bu bisiklet noktalarından alıp kullanabiliyorsunuz. Belediyelerimiz keşke böyle hizmetleri buralardan görüp taklit etseler.
Milano’nun simgelerinden sarı tramvay
Dönüş için havaalanına gittim ve İstanbul’a kadar sorunsuz bir yolculuk yaptım. İstanbul’dan Ankara’ya uçuşum ise felakete dönüştü. Pegasus Havayolları’nın uçağına bindim ve kırk dakikalık yolculuğun son beş dakikasına kadar her şey yolundaydı. Pilot inişe geçtiğimizi anons etti. Birkaç dakika sonra da uçak sarsılmaya başladı. Defalarca uçağa binmeme rağmen böyle şiddetli bir sarsıntı görmemiştim. Bu durum birkaç dakika sürdü ve korkudan ne yapacağımızı şaşırdık. İnsanlar korkudan bağırıyor ya da nefes alamadıklarını söylüyorlardı. Yaşadığımız korku o kadar yüksek düzeydeydi ki bir ara her şeyin bittiğini düşündüm. Ellerim öndeki koltuğa yapışmış bir şekilde dua etmeye başladım. Sonra sarsıntılar durdu ama uçak bir türlü yere inemedi. Yirmi dakika kadar iniş yapamadı ve hepimiz titriyorduk. İnsanlar korkudan neredeyse ölürken, ne hostesler ne de pilotlar hiçbir açıklama yapmadı. Bu durum yaşadığımız olayın ne kadar ciddi olduğunun bir göstergesiydi aslında. Nihayet uçak iniş yaptı ve pilot, Pegasus’u tercih ettiğimiz için teşekkür etti ve reklam yapmaya devam etti. Bu durum hepimizi iyice öfkelendirdi. En azından insanlar bir geçmiş olsun ve ne olduğu ile ilgili bir açıklama bekliyordu. Ancak pilotlar hala reklam derdindeydi. Kokpitten bir açıklama gelmeyince, yolcular hosteslerle tartışmaya başladı. Hostesin gözlerindeki korkuyu fark ettim, o da çok korkmuştu. İnsanları sakinleştirmeye çalıştım ve hostese neden açıklama yapmadıklarını sordum. O da bilmediğini söyledi. Çıkışta kabin amirine sordum, uçağın fırtınaya yakalandığını ve pilotların açıklama yapmaya fırsat bulamadıklarını söyledi. Uçak indikten sonra bir açıklama yapabilirdiniz dedim bir şey diyemedi. Gerçekten bu havayolu şirketinin yaptıkları saygısızlıktı. Otobüse bindiğimde hala titriyordum ve yaşadığımız korkudan böbreklerim ağrıyordu. Durumu sosyal medyadan duyurdum ve geçmiş olsun demek için arayan arkadaşlara dediğim şuydu: “Bir daha değil uçağa binmek yerden 30 cm yükseğe bile zıplamam”. Hala olayı hatırlayınca kendimi iyi hissetmiyorum ve tekrar nasıl uçağa binebileceğimi de bilmiyorum.
“Her aşk kendini yaşar
Çaldığın kapı kapanır sonunda,
İçinde sen bulursun,
Büyümüş, anlamış yorgun”
Yukarıdaki dizeler aklıma geliyor ve büyümüş, anlamış ve yorgun bir şekilde İtalya seyahatimi bitiriyorum. Akdeniz’in güzel ülkesi İtalya güzel anılarla belleğimde yer alacak.
İtalya’dan Kısa Kısa Notlar
–İtalya’da bir şeyler alacağınız zaman pazarlık yapabilirsiniz, bu bizde olduğu gibi normal karşılanıyor.
-Lokantalarında bir şeyler yediğinizde, normal ücretin üzerine bir de servis ücreti adı altında birkaç Euro’luk bir ödeme yapıyorsunuz.
-İtalyanlar beslenme tarzlarından mıdır nedir bilmiyorum, kadın erkek genelde kilolu değiller. Ancak o sürekli bahsedilen yakışıklı İtalyan erkeklerini de göremedim. Benim gezdiğim dönemde tatildelerdi sanırım 🙂
-Roma, Venedik ve Floransa çok turistik yerler, gerçek İtalya’yı görmek için turistik olmayan daha küçük şehirleri ya da kasabaları da görmek lazım. Bir daha ki sefere artık…
-Avrupa’da bir ülke diye herkesin İngilizce bildiğini sanmayın, sokakta İngilizce bilen insan sayısı çok az.
-İtalya makarna ve pizza cenneti ama deniz ürünlerini de oldukça yaygın bir şekilde tüketiyorlar.
-Tren biletlerini birkaç gün önceden internetten almakta fayda var, son gün bilet kalmayabiliyor ya da daha pahalı oluyor.
-İtalya’da şehir vergisi diye bir şey var, kaldığınız otellerde ödediğiniz ücrete ek olarak, her bir gün için 2.5 Euro gibi bir de şehir vergisi ekliyorlar.
Tayfun Doğan
Mayıs,2015