Tererai Trent, Zimbabwe’de yoksulluk, cehalet ve eşitsizliklerle dolu bir ortamda doğuyor. Yaptıkları ve başardıklarıyla adeta “ben dünyaya birileri beni bir şeylere zorlasın diye gelmedim, kendi üslubumla nefes alacağım” diyor. Carl Jung’un deyimiyle “ben başıma gelen şeylerin toplamı değilim, ben olmayı seçtiğim şeyim” diyor. Kendisinden istenilen hayatı değil de istediği hayatı yaşamak istediğini söylüyor. O kaderinin efendisi. O bir umut kahramanı…
Tererai, okuma ve öğrenme meraklısı bir kız çocuğudur. Ancak babası onu okula göndermeyi reddeder. İçinde yaşadıkları topluma göre kızlar ev işlerini yapar erkekler de evin geçimini sağlardı. Tererai, evde işlerini tamamladıktan sonra okula giden erkek kardeşinin kitaplarından kendi kendine okuma yazmayı öğrenir ve kısa bir süre sonra da her gece onun ödevlerini yapmaya başlar. Kardeşinin öğretmeni, ödevlerin sınıftaki diğer öğrencilerin ödevlerinden daha iyi olduğunu fark eder. Tererai’nin babasıyla görüşür ve kızını okula göndermesi için ona yalvarır. Babasını tepkisi ailesini utandırdığı için kızını dövmek olur. Ancak öğretmen pes etmez ve sonunda Tererai, özlemle gitmek istediği okula başlar. Ayakkabısız ve babasının gömleğiyle. Okula kısa bir süre gidebilir. On bir yaşında kendisinden yaşça büyük birisiyle, başlık parası olarak bir inek karşılığında evlendirilir. Şiddet görür ve dayak yer. Kocası kitaplarını yakar ve ona öğrenmeyi yasaklar. On sekiz yaşına geldiğinde üç çocuğu vardır ve bir çocuğu da bebekken yetersiz beslenme nedeniyle ölmüştür. Tererai o dönemleri şu şekilde anlatıyor: “Ben nasıl yaşayacaklarını belirleme hakları uzun süre önce ellerinden alınmış olan kadınların soyundan geliyorum. Fakirlik içinde büyüdüm. Su yoktu, elektrik yoktu, ayakkabısız büyüdüm, çoğu zaman elbisem olmadı ama eğitimin bu yoksulluktan çıkabilmek için en temel yol olduğunu biliyordum.”
Tererai yirmili yaşlardayken, Heifer International adlı bir yardım grubunun başkanı Jo Luck köylerine gelir. Bu kuruluşun misyonu, yoksulluğu azaltmak ve kendi kendine yeterliliği teşvik etmektir. Jo Luck köylü kadınları etrafına toplar ve onlara hayallerini sorar. Tüm kadınlar beslenme ile ilgili, çocuklarına kıyafet alma, onları okula gönderme ile ilgili hayallerinden bahsederler. Bu sırada Tererai sessizce oturmaktadır. Jo Luck onun sessiz kaldığını fark eder ve senin hayallerin neler diye sorar. Tererai, “Amerika’ya gitmek istiyorum. Lisans diploması almak istiyorum. Yüksek lisans yapmak istiyorum. Doktora yapmak istiyorum” der. O an derin bir sessizlik olur ve diğer kadınların “Delirdin mi? Bu nasıl mümkün olabilir? Lise diploman bile yok” der gibi kendisine baktıklarını görür. Ancak o lisans, yüksek lisans ve doktora gibi dereceleri gelen Amerikalı kadınlardan duymuştur ve o kadınlarda gördüğü kendini sevme ve özgüven hissini fark etmiştir. O da bunları istemektedir. O kadınları sırt çantalarından kitaplarını, notlarını çıkarırken, gözlüklerini takıp birbirleriyle konuşurken izler. Onların eğitim ve akademik başarı hakkındaki konuşmalarını duyar ve kendisi de onlar gibi olmak için büyük bir arzu duyar. Tererai, hayallerini söyledikten sonra soruyu soran Jo Luck ona bakar ve “Eğer gerçekten bunları istiyorsan yapabilirsin” der. Tererai, oradan ayrıldıktan sonra heyecanla annesinin yanına gider ve beyaz bir insanın onun hayallerine inandığını söyler. Olanları annesine anlatır. Annesi de kültürlerinde, bir bebek doğduğunda onun göbek bağını toprağa gömdüklerini böylece çocuk büyüdüğünde, nerede olursa olsun, hayatında ne yaşarsa yaşasın, göbek bağının ona her zaman doğduğu yeri hatırlatacağını anlatır. Buradan yola çıkarak kızına “”Tererai, hayallerini yaz ve onları, göbek bağını gömdüğümüz gibi toprağa göm” der. Tererai, hayallerini yazar: 1) Amerika’ya gitmek istiyorum. 2) Üniversitede okumak istiyorum. 3) Yüksek lisans yapmak istiyorum 4) Doktora yapmak istiyorum. Annesi hayallerine bakar ve bunların hepsinin kişisel hayaller olduğunu, toplumu için de bir şeyler yapmasının önemli olduğunu söyler. O da beşinci olarak “5. Geri dönüp topluluğumdaki kadınların ve kız çocuklarının hayatlarını iyileştirmek istiyorum.” şeklinde bir hayal daha ekler. Sonra da yazdığı hayallerini bir plastiğin içine sarar ve teneke bir kutuya koyarak toprağa gömer.
Geleceği Ziyaret Etmek
Rick Miller umudu, bireyin zihnen geleceği hayal etmesi ve sonra da bugüne dönüp kendisini o yolculuğa hazırlaması olarak tanımlamaktadır. Bu tanım umudun en beğendiğim tanımlarından birisidir. Tererai Trent de adeta tanımı doğrularcasına aynı şeyi yapar. Bu anlamda ona yaşayan umut dersek abartmış olmayız. Trent’in büyükannesi ona hayallerini yazıp gömdüğü yere gitmesini ve orada ne istiyorsa onları hayal etmesini söyler. O da bunu yapar. Hem de en detaylı şekilde yapmak istediklerini hayal eder. Bu durumu Marie Forleo’ye verdiği mülakatta şu sözlerle anlatmaktadır: “Büyükannem git hayallerini gömdüğün o yere otur. Hayatının nasıl olması gerektiğini hayal et.” dedi. Ben de saatlerce, günlerce o kayanın altında oturdum ve kendimi bir uçağa binerken hayal ettim. O zamana kadar hiç uçağa binmemiştim. Hatta hiç uçak bile görmemiştim. Tek bildiğim uçaklar, savaş sırasında üzerimizden geçen helikopterlerdi. Çünkü savaşın ortasında doğup büyüdüm. Ama kendimi o helikopterde hayal ettim. Amerika’ya gittiğimi, o yüksek binaları gördüğümü hayal ettim. Büyükannem demişti ki: “O zihinsel imgeleri hisset. O binaları gör.” Ben de gördüm. Hatta o istediğim hayatın kokusunu bile duydum ve uçakta yerime oturduğumda, her şey bir déjà vu gibiydi. Buraya daha önce gelmiş gibiydim. Üniversite kampüsüne ayak bastığımda sanki daha önce oradaymışım gibi hissettim. Çünkü hayatımı değiştirmek için o kadar çok vakit harcamıştım ki…”
Hayallerini yazıp toprağa gömdükten sonra sadece liseyi bitirmesi sekiz yıl sürer. Tererai bu süreyi “lanetli sekiz yıl” olarak nitelendirir. Çünkü bir yetişkindir ve sınıfta diğer öğrencilerle birlikte okuyamaz. Liseyi bitirebilmek için uzaktan eğitim görmesi gerekir. Eğitim sistemleri hala İngiliz eğitim sistemine bağlı olduğu için derslerini mektupla alır ve sınavları tamamladıktan sonra İngiltere’ye gönderir. Çok fakirdirler ve bazen ders ücretlerini ödeyemez. Sınav sonuçlarını alabilmek için üç ila altı ay beklemek zorunda kalır. Sonuçlar kahverengi bir zarfla gelir. Heyecanla zarfı açar ve başarısız olduğunu görür. Annesinden yine para ister. Güçlükle posta parasını ayarladıktan sonra tekrar sınava girer ve yine aylarca bekler. Yine sonuçlar gelir yine başarısızlık… Ama asla pes etmez. Nihayet bir gün yine bir kahverengi zarf gelir ve dersleri geçtiğini görür. Ama yolculuk henüz yeni başlamaktadır…
1998’de Oklahoma State Üniversitesi’ne kabul edilir. Beş çocuğu ve kocasıyla Amerika’ya taşınır. Ancak oradaki yaşamı da hiç kolay olmaz. Sınıfındaki en yaşlı öğrenci odur. Hatta bazen derslerine girdikleri hocalardan bile yaşlıdır. Ama bunları umursamaz çünkü hedeflerine odaklanmıştır. Harabeye dönmüş bir karavanda yaşarlar. Bursu yoktur ve kocasının çalışma izni yoktur. Dolayısıyla geçinebilmek için üç ayrı işte çalışır ve bir yandan da derslerine girer. Çocuklarının iyi beslenemediklerinin farkındadır. Ama elinden bir şey gelmemektedir. Amerika’ya geldikten üç ay sonra bir gün çocukları dişlerini fırçalarken diş etlerinin kanadığını fark eder. Bunun meyve ve sebze eksikliğinden kaynaklandığını anlar. Zimbabwe’deyken meyve ve sebzeleri kendileri yetiştirebilmekteydiler ancak burada çok pahalıdır. Kendisi de çoğu gece aç yatar. Bir gün üniversiteye gider ve yetkililere “Bir hayalim var ama artık pes etmek üzereyim. Çocuklarımın acı çekmesine dayanamıyorum” der. Üniversitedeki yetkililer eğer kabul ederse bazı marketlerden artık sebze ve meyveler alabileceklerini söylerler. “Tabii ki kabul ederim” der. Markete gittiğinde yönetici bu artık meyve ve sebzeleri verirlerse çocukların hastalanabileceğini ve kendilerini dava edeceğini söyler. Tererai, yalvarır ve kimseyi dava edecek bir kuruşu bile olmadığını, sadece çocuklarını beslemesi gerektiğini söyler. O zaman market müdürü, “Peki, bir anlaşma yapalım. Sana meyve ve sebzeleri vermeyeceğim. Bunları bir karton kutuya koyacağım ve marketin dışına, çöp kutusunun yanına bırakacağım. Her gün saat 4’te gelip al. Eğer gecikirsen, kutuyu çöpe atacağız.” der. Tererai kabul eder ama işlerinin yoğunluğundan dolayı çoğu zaman geç kalır ve kutunun çöpe atılmış olduğunu görür. Onları çöpten çıkarır, yıkar ve çocuklarına yedirir. Bu kadar sıkıntının içerisinde kocasının şiddeti de devam etmektedir. Bazı günler okula gözleri morarmış bir şekilde gider. Üniversitede kendisine bunun kabul edilemez olduğunu söylerler ancak çocuklara bakacak kimse olmadığı için şikayetçi olamayacağını ifade eder. Ancak okul ve kilise bu konuda yardımcı olacaklarını söylerler ve kocası sınır dışı edilir. 2001 yılında tarım eğitimi alanında lisans derecesini alır. 2003’te de yüksek lisans eğitimini tamamlar. Zimbabwe’ye döner ve hayallerini gömdüğü yere gider. Toprağı kazıp onları çıkarır ve listeye bakar.
Amerika’ya gitmek ✔
Üniversiteyi bitirmek ✔
Yüksek lisans yapmak ✔
Ona bakan iki hayali daha vardır. Sanki o hayalleri Tererai’ye “Peki ya biz?” diyorlardır. “Sizler için de yapacağım şeyler var” der ve onları tekrar gömerek Amerika’ya döner. Ardından West Michigan Üniversitesi’nde doktorasını yapmaya başlar. Yeniden evlenir. Afrika’da AIDS’i önleme üzerine bir tez yazarken, ünlü televizyoncu Oprah Winfrey’den televizyon programına katılması için sürpriz bir davet alır. 1 Ekim 2009’da milyonlar, Tererai’nin eğitim tutkusuna ve ailesinde nesiller boyu süren yoksulluğu sona erdirmek için verdiği çabaya şahit olur. Doktorasını da bitirir.
Sonuç;
-Tüm hayallerini gerçekleştirir.
-Babası “Kızların gerçekten kendi hayallerini gerçekleştirebileceklerini bilmiyordum. Seninle gurur duyuyorum” der.
-Oprah Winfrey, onu tüm zamanların en sevilen konuğu olarak nitelendirir.
-Oprah Winfrey Vakfı’ndan sağlanan bir buçuk milyon dolar bir hibe sayesinde Zimbabwe’ye döner ve kısa süre devam ettiği okulunu yeniden inşa ettirir.
-Onun öncülüğünde açılmış olan, şu anda ilkokul ve lise olmak üzere toplam 11 devlet okulu var ve bu okullarda 6.000 öğrenciye eğitim veriliyor.
-İki çocuk kitabı ve “The Awakened Woman” (Uyanmış Kadın) adlı bir kitap yazar.
-Kitapları önemli ödüller alır.
-Drexel Üniversitesi’nde öğretim üyesi olarak global sağlık üzerine dersler vermektedir.
-Şu anda The Awakened Woman LLC adlı şirketin başkanlığını yürütmektedir. Bu şirket, kadınlara hayallerini gerçekleştirirken gelişmeleri için gerekli araçları sağlamaya adanmıştır.
-Kendi kurduğu Tererai Trent Vakfı aracılığıyla, zorluklarla karşılaşan kadın ve çocuklara eğitim imkânları sunmaya devam ediyor.
–The Awakened Woman serisi gibi online eğitim programları sunarak, bireylere kendi potansiyellerini keşfetmeleri konusunda rehberlik ediyor.
-Uluslararası konferanslarda konuşmalar yapmaktadır. 2013’te New York’ta Birleşmiş Milletler Küresel Liderler Zirvesi’nin açılış konuşmasını yapmıştır.
-ABD’de gerçek boyutlarında bir heykeli yapılmıştır.
Umutsuz musunuz?
Umutsuz musunuz? İmkanlarınızın seçeneklerinizin olmadığını mı düşünüyorsunuz? O zaman Tererai Trent’in içinde bulunduğu koşullardan daha kötü bir durumda olmalısınız. Yok o kadar değil. Aslında onun koşullarını düşündüğümde lüks içinde olduğum bile söylenebilir diyorsanız; umutsuz olmak için geçerli bir gerekçeniz yok demektir. Umudum yok demeyin. Sadece mücadele etmek, yapmak istemiyorum deyin. Unutmayın! Değiştirmediğiniz her şeyi aslında seçiyorsunuz. Şikâyet ettiğiniz şeyleri değiştirmiyorsanız aslında sessizce onaylıyorsunuz demektir.
Tayfun Doğan
Küçükyalı / İstanbul
31 Mart 2025
Kaynaklar
1. Lopez, S. (2013). Making Hope Happen: Create the Future You Want for Yourself and Others. Atria Books.
2. https://www.youtube.com/watch?v=Ewh1zT8VpQo&t=1605s
Hayat iki kelimedir aslında mutluluk ve acı. İnsan acıdan kaçar ama mutluluk için fazla emek sarfetmez. İnsan hiç bir zaman mutluluğu için koşmaz ama acıdan kaçmak için acı verecek şeylerden kurtulması gerekir. Biz sınıfta kalmaktan korktuğumuz için acı çekmemek için şartlanırız ve sınıfı geçeriz. Öte yandan idealindeki meslek fikri ,mutluluk getirecek düşüncesi, bu kadar etkili olamaz, hep erteleriz mutlu olmayı..
Yukarıdaki hikaye bunun çok ötesinde mutluluğu için çabanın yanında tüm acılara da razı gelmek ama asla pes etmemek gibi nadir insanların yapabileceği bir başarı, sabır, istikrar, irade, ve sımsıkı bağlandığı tek umudunun adını koymasıdır. Ütopik kalabilecek kadar ulaşılmaz bir umutla iradenin başarısıdır.
Bu hikayenin yanında İhmal edilebilir bir hikayeye sahip olsam da okudukça kendimi yerine koyabilmeyi denedim:)
Evet uzak ülkelerden olsa da hiç bilmediğimiz bize uzak hikayeler yaşantılar değil bunlar.
Degerli Hocam anlatımlarınızdan yola çıkarak;
Umut=rağmen …insanı harekete geçiren en güçlü güdü…Kendini gerçekleştiren bu kervana her yaşam ayrıcalık katıyor.İçimizde sönen ışığın tekrar aydınlanmasına ön ayak oluyor…Okuduğumuz her yeni biyografi,”UMUT”un doğuşuna ayrı bir kapı açıyor..
Kaleminize paylaşımınıza sağlık…
Değerli Tayfun Hocam, Tererai Trent’in bu hikayesine, umutsuzluklar içinde ki umut yolculuğuna sizin kaleminizden şahit olmak çok güzel ve kıymetli. Emeğinize sağlık. Saygılarımla…
İlk satırları okurken izlediğim bir film aklıma geldi:Rüzgarı dizginleyen çocuk.
Her zaman yapılabilecek bir şeylerin var olduğunu kanıtlayan hayatlar.
Her zaman yapılabilecek bir şey vardır Sultan 🙂
Teşekkür ederim Nazlı 🙂
Teşekkür ederim Ayla 🙂
Evet hocam çok güzel bir hikaye kaleminize sağlık. Umutsuzluğun içinde umut bulmak olmuş, bizlere de güzel bir örnek olmuş. Amacımız Umut aramak olursa, demek ki her umutsuzluğun içinde umut bulabilirmişiz bunu öğrenmiş olduk.Teşekkürler.
Teşekkür ederim. Umudu öğreneceğimiz insanlardan birisinin hikayesi.
Gerçekten harika bir hikaye umut ve anlam yüklü kaleminize sağlık
Hayalleri olmayanın umudu olmaz.