Umut ve nöroplastisite mi? Hoca umut konusuyla çok uğraşınca kafası karıştı sanırım dediğinizi duyar gibiyim. Kafa karışıklığı değil aklım yerinde. Nöroplastisitenin nasıl güçlü bir umut kaynağı olduğunu anlatacağım. Ancak önce bu kavramın ne olduğu ile başlayalım.
Son yıllarda beyin araştırmalarındaki gelişmeler ve ilerlemeler, insan davranışını anlama konusunda önümüzü aydınlatmaktadır. Nörobilim alanındaki uzmanlar beyni anlama konusunda henüz yolun başında olduğumuzu ve daha alınacak çok mesafe olduğunu belirtmektedir. Şurası açık ki, beyni daha çok tanıdıkça ve anladıkça insan davranışlarını da daha çok anlayacağız. Nörobilimin ilgilendiği konulardan birisi de nöroplastisitedir. Beynimiz yeni öğrenmeler, deneyimler, bilgiler ve yaşantılarla her yaşta sürekli olarak değişir. Beynin bu değişebilme ve yeniden yapılanabilme özelliğine nöroplastisite adı verilmektedir. Söz konusu bu değişim kimyasal, işlevsel ve yapısal düzeyde olabilmektedir. Nöroplastisite bir nevi beynin güncellenmesi olarak da nitelendirilebilir. Modern sinirbilimin kurucusu olarak kabul edilen Santiago Ramon y Cajal (1852-1934), “İsteyen herkes kendi beyninin heykeltraşı olabilir” diyerek nöroplastisiteye ilk vurgu yapan kişilerdendir. Bilim insanları uzun süre, beynin belli bir yaşa kadar değiştiğini ve geliştiğini, sonrasında ise sabit kaldığını düşünüyorlardı. Günümüzde ise bu anlayış tamamen değişmiştir. Louis Cozolino, beyni incelerken benimsememiz gereken yaklaşımın; onu oluşumunu tamamlamış bir organ olarak değil de yaşam boyunca sürekli ve yeniden yapılanan dinamik bir yapı olarak görmek olduğunu ifade etmektedir. Paul Ehrlich ise bu durumu “Beyin, sakinleri tarafından zaman içerisinde yavaş yavaş inşa edilen, değiştirilen, yeniden döşenen, kısmen yıkılıp yeniden yapılan, eski püskü ve düzensiz bir eve benzemektedir” şeklinde ifade etmektedir. Beynin bu değişebilme özelliği o kadar önemli görülmüştür ki Jane S. Hall, bunun tarih ve insanlık için aya ayak basılmasından bile daha büyük bir adım olduğunu belirtmiştir. Nöroplastisite, beynin uyum sağlama yeteneği ile ilgilidir. Bu sayede yeni koşullara uyum sağlayabiliriz. Burada üzerinde durulması ve vurgulanması gereken konu beynin esnekliğidir. Beyin yeni nöral bağlantılar kurarak, kimyasal olarak ve işlevsel olarak ihtiyaçlara göre yeniden düzenlenir ve uyum sağlar. Hiçbir şey yapmasak, sorumluluk almasak da nöroplastisite her koşulda gerçekleşir. Farkında olarak ya da olmayarak öğrendiğimiz, maruz kaldığımız her şey nöroplasiteye neden olur. Eğer sorumluluk alır da ne öğreneceğimize, hangi becerileri kazanacağımıza, kısacası neleri karakterimiz haline getireceğimize karar vererek bir şeyler yaparsak o zaman beynimiz istediğimiz şekilde değişir ve gelişir.
Nöroplastisite psikolojide şema, temel inançlar, karakter ve alışkanlık gibi kavramların biyolojik açıklaması olarak da değerlendirilebilir. Çünkü bu kavramlar bireyin çevreyle etkileşim sonucu edindiği ya da kazandığı özelliklerdir. Bu yönüyle de beynin bu esnekliği ve yeniden yapılanma özelliği bireye sorumluluk yüklemektedir. Bir bakıma pek çok kişinin söylediği “Ne yapayım ben buyum, değişemem” sözünü geçersiz hale getirmektedir. Hayvanlar dünyaya büyük oranda öğrenmiş olarak gelirler ve çok fazla değişip gelişemezler. İnsanlar ise daha çok öğrenmek, gelişmek ve tekâmül etmek üzere burada gibidirler. O zaman tüm mesele beynimizi olumlu yönde şekillendirmek ve kaygılı, mutsuz, kötümser ya da umutsuz bir beyin yerine; mutlu, huzurlu, merhametli, umutlu, minnettar ya da iyimser bir beyin inşa etmektir. Yani bu özellikleri alışkanlık haline, karakter haline getirdiğimizde önemli bir iş yapmış olacağız. Nöroplastisiteyi bir umut kaynağı yapan şey de tam olarak budur. Beynimiz milyarlarca nöron ve bu nöronlar arasındaki trilyonlarca bağlantısıyla verdiğimiz her şeyi almaya ve şekillenmeye hazır ve eğitilebilir bir organdır. Beynimizin bu esnekliği, şekillenebilirliği ve yeniden yapılanma özelliği benim umudumu son derece artırmaktadır. Olumsuz, beni mutsuz ve rahatsız eden bir özelliğimi değiştirebilecek ya da sahip olmak istediğim bir özelliği kazanabilecek olmam ve bunun benim elimde olması umudumu artıran durumdur. Bundan dolayı nöroplastisite önemli bir umut kaynağıdır. İçinde bulunulan koşulların kalıcı olacağına, karakterimizin ve alışkanlıklarımızın değişmeyeceğine inanmak bizleri umutsuzluğa sevk edecektir. Bunun aksine, mevcut karakterim ve alışkanlıklarım, çevreyle etkileşim sonucu oluşmuştur ve yeni yaşantılarla, öğrenmelerle bu alışkanlıklarımı değiştirebilirim; sorunlarının üstesinden gelebilen, istediğim yönde güçlü, iyimser ve mutlu yeni bir ben yaratabilirim diye düşünmek umudumuzu artıracaktır.
Umut dediğimiz zaman insanlar daha çok kendileri dışındaki konuları düşünüyorlar ve umutsuzluğa kapılıyorlar. Siyasi konular, ülkenin ya da dünyanın durumu gibi daha çok ilgi alanımızda olan ancak etki alanımızda olmayan konularda umutsuzluk ve çaresizlik duyguları yaşayabiliyorlar. Bu konuda rasyonel olan düşünce ve davranış şekli ise etki alanımızdaki konulara öncelik vermektir. Bu konuların çoğu da kendi kişisel özelliklerimiz, alışkanlıklarımız, düşünce tarzlarımız ve karakter güçlerimizdir. Oklahoma Üniversitesi Umut Araştırmaları Merkezi’nden Chan Helmann umudu, geleceğim bugünden daha iyi olacak ve ben bunu gerçekleştirebilecek güce sahibim şeklinde tanımlamaktadır. Patrick Shade ise umudu, aktif bir adanmışlık olarak tanımlamaktadır. Bu ve benzeri daha pek çok tanımda umudun pasif ve edilgen bir bekleyiş olmadığı; güçlü bir niyetlenme ve nihayetinde harekete geçme olduğu vurgulanmaktadır. Umudun bu türü aktif umut olarak ifade edilmektedir. Beynin nöroplastisite özelliği sayesinde değişebileceğimizin farkında olmak ve bunun bizim elimizde olduğunu bilmek bu umut tanımlarıyla örtüşmektedir diyebiliriz. Çünkü umut mümküne duyulan bir iştiyak ve arzu olarak nitelendirilmektedir. Nöroplastisite de değişimin ve gelişimin mümkün olduğunu ortaya koymaktadır.
Gelişen Zihniyet ya da Sabit Zihniyet
Değişebileceğimize ve gelişebileceğimize olan inanç hayattaki durumumuzu belirleme açısından, tahmin edebileceğimizden daha büyük bir etki yapıyor görünmektedir. Carol Dweck bunu gelişen zihniyet ve sabit zihniyet kavramlarıyla açıklamaktadır. Gelişen zihniyete sahip bireyler, yeteneklerinin doğru bir strateji, çevre desteği ve sıkı çalışma ile geliştirilebileceğine inanan kişilerdir. Sabit zihniyete sahip bireyler ise, yeteneklerin doğuştan gelen doğal özellikler olduğuna ve bunların değiştirilemez-geliştirilemez olduğuna inanan bireylerdir. Yani gelişen zihniyete sahip bireyler, ne türden insan olursanız olun değişebilirsiniz diye düşünürlerken; sabit zihniyete sahip kişiler, belirli türden bir insansınız ve bunu değiştirebilmek için yapabileceğiniz çok fazla şey yoktur şeklinde düşünürler. Kendini gerçekleştiren kehanet gibi her iki düşünce tarzındaki kişiler de haklı çıkarlar. Değişeceğine inanan bireyler yaşamda pek çok avantaj elde edip ilerlerlerken, sabit zihniyete sahip bireyler de değişmeyeceklerine inandıkları için bir çaba içinde olmazlar ve oldukları gibi kalırlar. Gelişim zihniyetinin basitçe nöroplastisiteyi kabul etmek olduğunu söyleyebiliriz. Bu zihniyete sahip bir kişiler yetersiz ya da zayıf oldukları bir konuyla ilgili olarak umutsuzluğa düşmemekte ve “henüzün gücü”nden yararlanmaktadırlar. Henüz yapamıyorum; henüz bunda iyi değilim; henüz işe yaramıyor gibi.
Peki nöroplastisite nasıl gerçekleşmektedir ve bu konuda neler yapabiliriz? Louann Brizendine, bir işi ne kadar çok yaparsanız, beyniniz o iş için o kadar çok hücre görevlendirir demektedir. Psikiyatr Nevzat Tarhan ise, bu durumu bir şehrin trafiğine benzetmektedir. Şehirde hangi semte yatırım yapılırsa o bölgeye rağbet artacağından, bölgenin yolları gelişir. İnsan beyninde üretilen düşünceler de ilgi alanınıza göre şekillenir demektedir. Değişimin gerçekleşebilmesi, beyinde yeni yolakların ve bağlantıların oluşması için yapılması gereken sıkı bir odaklanma ve yeterince tekrardır. Yani yeni davranış alışkanlık haline gelinceye kadar ısrarla tekrar tekrar yapılmalıdır. Bu noktada en zor iş kazanılmak istenen davranışı yapmaya başlamaktır. Zordur çünkü Andrew Huberman’ın da dediği gibi, bir şeye başlamak o şeyi yapmaktan daha zordur. Çünkü yeni bir şeye başlarken beynin salgıladığı noropinefrin ve adrenalin kimyasalları başlangıçta kişide sıkıntı ve isteksizlik hisleri meydana getiriyor. Ancak başladıktan sonra ve alışkanlık haline geldikten sonra o duygu ya da davranış karakterimiz haline gelecektir ve bize çok kolay gelecektir. Tekrarın dışında, sevgi dolu ilişkiler, arkadaşlık, evlilik ve psikoterapi, nöroplastik süreçleri yeniden etkinleştirmekte ve beynin yapısını değiştirmektedir. Yine fiziksel aktivite, uyarıcı zenginliği, yeni deneyimler, aralıklı oruç, seyahat etme, müzik ya da sanatsal başka bir faaliyetle uğraşma, kitap okuma, yabancı dil öğrenme, bulmaca çözme gibi etkinlikler beynin aktif kalması açısından önemlidir.
Nöroplastisitenin Karanlık Yüzü
Nöroplasitisite, yalnızca olumlu davranışlar kazanma yönünde olmamaktadır. Yani olumsuz alışkanlıklar kazanmamız da mümkün olabilmektedir. Bu durum da nöroplastisitenin karanlık yüzü olarak değerlendirilebilir. Farklı türden pek çok bağımlılıklar, kötü alışkanlıklar, umutsuz ya da kötümser düşünce tarzları, sürekli şikâyet etme, zehirleyici ilişki tarzı gibi olumsuz özelliklerin arkasında da nöroplastisite yatıyor diyebiliriz. Bu olumsuz alışkanlıklarımızın ve karakter özelliklerimizin farkına varmak, onları değiştirme yolunda ilk adım olarak değerlendirilebilir. Doğamızın bir parçası haline gelmiş bu olumsuz alışkanlıkları değiştirmek göründüğü kadar kolay olmayacaktır. Ancak bu değiştirmek imkânsız demek de değildir. Bu durumda ihtiyacımız olan şey sebatkarlık ve kararlılıktır.
Umudunuzu hep koruyabilmeniz dileğiyle…
11.06.2023
Tayfun Doğan
Küçükyalı/İstanbul
[…] Bir Umut Kaynağı Olarak Nöroplastisite […]
[…] gerçekleştirebilecek yeterliliğe sahibim diye düşünmesi aktif umut olarak ifade edilebilir. Umut konusundaki çığır açan çalışmalarıyla bilinen Dr. Rick Snyder umudu, bireyin arzu […]