Zekâ konusu, zaman zaman yeniden gündeme gelen, güncelliğini hiç yitirmeyen, modern psikolojinin en gözde konularından birisidir. Varlığını kimse inkâr etmez ancak nasıl tanımlanacağı ve ölçüleceği konusunda pek çok farklı görüş vardır. Esasen zekâ denildiğinde çoğu kişinin aklına akademik zekâ (IQ) gelmektedir. Yani anlayışı ve kavrayışı iyi olan, hafızası güçlü, çabuk öğrenebilen, nesneler ve olaylar arasındaki ilişkileri çabuk fark edebilen kişileri zeki olarak nitelendiririz ve IQ’larının yüksek olduğunu kabul ederiz. Zeki olmak istenen bir şeydir. Pek çok kişi daha zeki olmayı ister ya da en azından çocuklarının zeki olmasından memnuniyet duyar. Bunda da haksız değillerdir çünkü zeki olmak, hayatta kişiye pek çok avantaj sağlar. Peki zekâ, erdemli, kendini gerçekleştirmiş, bilge bir insan olma yolculuğunda ne kadar önemlidir. Yüksek zekaya sahip olmak bilge bir insan olmanın göstergesi olarak değerlendirilebilir mi? Sosyal-duygusal zeka nedir?
İnsan-ı kâmil olma yolculuğu olarak da nitelendirebileceğimiz yolculukta baktığımız ve odaklandığımız şey akademik zekadan (IQ) ziyade sosyal-duygusal zekadır. Çünkü sosyal-duygusal zeka ile kastedilen şey aslında sosyal-duygusal olgunluktur. Yani sosyal-duygusal zekâsı yüksek bireyler hem diğer insanlarla ilişkilerinde hem de kendileriyle olan ilişkilerinde oldukça başarılıdırlar. Yani insanları anlama ve insan ilişkilerinde ustaca davranma konusunda son derece mahirdirler. Bunun dışında kendi kendini motive etmede, umudunu koruyabilmekte, stresi yönetebilmekte ve ruh halini düzenleyebilmekte de son derece iyidirler. İdeal düzeyde sosyal-duygusal olgunluğa ulaşmış kişiler gerçek yaşam ustalarıdır diyebiliriz. Bu kişiler insanı ve davranışlarını anlamış, çözmüş ve duygularını nasıl yönetecekleri konusunda önemli beceriler kazanmış kişilerdir. Başkalarıyla ilişkileri anladık da kişinin kendisiyle olan ilişkisi ne ola ki diye düşünüyor olabilirsiniz?
Kendine İyi Davranmanın Psikolojisi
Kişinin kendisiyle olan ilişkisi ruh sağlığı açısından esastır. Kendinize yönelik tutumunuz nasıldır? Kendinizden hoşnut musunuz? Olduğunuz kişi olmaktan memnun musunuz? Yoksa güftesini Ali Tekindüre’nin yazdığı “Tanrım Beni Baştan Yarat” şarkısında olduğu gibi her şeyinizden şikayetçi misiniz? Hata yaptığınızda, kendinizi başkalarıyla karşılaştırdığınızda, herhangi bir konuda yetersizlik hissettiğinizde kendinize nasıl davranıyorsunuz? Acımasızca kendinizi hırpalıyor musunuz? Yoksa kendinize olabildiğince anlayışlı ve nazik misiniz? Kendinizi seviyor musunuz? Böyle de soru olur mu şimdi, kim kendini sevmez ki diye düşünüyor olabilirsiniz. Ancak sevgi konusunda önemli tespitlerde bulunan Erich Fromm’a göre sevgi aktif ilgidir. Sadece seviyorum demek sevginin olduğunu göstermez. Fromm, bize çiçekleri sevdiğini söyleyen ancak çiçeklerini sulamayan birisinin sevgisine inanır mıyız? Elbette inanmayız, sevgi etkin ilgidir diye açıklıyor. Kişinin kendisiyle olan ilişkisinde de aynı durum söz konusudur. Kendini sevdiğini söylüyorsan bunu göstermelisin. Sağlığına dikkat ederek, mutlu olmaya ve kalmaya çalışarak, iyi yaşayarak ve kendine iyi davranarak kendini sevdiğini göstermelisin. İşte kendine iyi davranma kısmı pozitif psikolojinin güncel konularından öz-anlayış kavramına işaret etmektedir. Bu konuyu gündeme getiren ve geniş kitlelerce tanınmasını sağlayan kişi Dr. Kristin Neff’tir. Kavramın İngilizcesi “self-compassion”dır ve Türkçeye öz-şefkat, öz-merhamet, öz-anlayış biçimlerinde çevrilmiştir. Ben daha çok öz-anlayış şeklindeki çevirisini kullanmayı tercih ediyorum. Kavramın kökeni ise Budist felsefeye dayanmaktadır. Dr. Neff “Öz-şefkat” adlı kitabında, hayatında yaşadığı önemli sorunlarını öz-anlayış becerileri sayesinde aşabildiğini ifade etmektedir. Fiziksel görünüşüyle, ilişkisinde yaşadığı aldatma olayıyla, çocuğunun otistik olduğunu öğrenmesiyle ve daha pek çok olumsuz yaşantıyla bu yaklaşım yardımıyla başa çıkabildiğini anlatmaktadır. Peki nedir öz-anlayış?
Öz-anlayış
En basit tanımıyla, bireyin başkalarına olduğu gibi kendisine de anlayışlı, merhametli ve şefkatli davranmasıdır. Yani işler planlandığı gitmediğinde, tökezlediğimizde, hayal kırıklığına uğradığımızda, başarısızlık durumlarında, yüreğimizin derinliklerinde acı hissettiğimizde kendimize karşı sabırlı, nazik ve anlayışlı davranma becerisi olarak da tanımlayabiliriz. Öz-anlayış, bir bakıma kendimize olan sevginin eyleme dökülmesidir. Ama özellikle zor zamanlarda bu anlayış ve merhamete daha çok ihtiyaç duyarız. Hayat güzelliklerle olduğu kadar acılarla da doludur. Dolayısıyla herkes hayatta bir şekilde acılardan ve sıkıntılardan nasibini almaktadır. İşte bu zamanlarda öz-anlayış imdadımıza yetişecektir. Peki öz-anlayışın sosyal-duygusal zeka ile ilişkisi nereden kaynaklanmaktadır? Duygusal zekanın özünde duyguları yönetme ve olabildiğince lehimize kullanma söz konusudur. İşte öz-anlayış da zor zamanlarda duygularımızı düzenleme, ruh halimizi normalleştirme açısından önemli bir başa çıkma becerisidir. Duygusal zekâ ile ilgili çalışmalarda stresle başa çıkma, duygu düzenleme, ruh halini düzenleme gibi durumlardan bahsedilir. Öz-anlayış da bu kapsamda değerlendirilebilecek önemli bir duygusal başa çıkma becerisidir. Her beceri gibi öz-anlayış da öğrenilebilir ve geliştirilebilir. Dolayısıyla öz-anlayış becerisini geliştirebilmiş kişi zor zamanlarda kullanabileceği önemli bir silah ya da donanım edinmiş olacaktır.
Öz-anlayış Düzeyi Yüksek Bireyler
Öz-anlayış, bir duygusal düzenleme stratejisidir ve yaşanan acı, sıkıntı ve başarısızlıkları yok saymak, bastırmak ya da acı ve sıkıntılardan kaçınmak anlamına gelmemektedir. Kişinin kendisini kabullenmesi ve affetmesi ön plandadır. Öz-anlayış sahibi insanlar;
-Başarısızlık ya da yetersizliklerini insan olmanın doğal bir sonucu olarak görürler.
-Hata ya da yanlış yaptıklarında kendilerine anlayışla yaklaşırlar.
-Yetersizlik ve zayıflıklarına karşı hoşgörülüdürler.
-Kendilerine karşı affedici ve destekleyici bir tutum içerisindedirler.
-Beğenmedikleri kişisel özelliklerine yönelik olarak kabullenicidirler.
-Başkalarına olduğu kadar kendilerine de merhametlidirler.
-Bir üzüntü ya da acı yaşadıklarında, dünyadaki pek çok insanın benzer duygular yaşadığını düşünür ve rahatlamaya çalışırlar.
-Zor zamanlarında ihtiyaç duydukları şefkati kendilerine gösterirler.
İçsel Müttefik Olmak
Öz-anlayış düzeyi yüksek bireyler, kendilerine karşı koşulsuz bir nezaket göstermenin yanı sıra zihinsel yargıçlarını da sakinleştirebilirler. Kendilerini acımasız ve yıpratıcı bir şekilde eleştirmekten uzak dururlar. Kristin Neff, öz-anlayış sayesinde kendimize içsel bir düşman olmak yerine içsel bir müttefik olabileceğimizi ifade etmektedir. Yine zor zamanlarda şu sözleri tekrarladığını ve kendisine hatırlattığını belirtmektedir.
“Ne zaman kendimde hoşa gitmeyen bir şey fark etsem veya bir şeyler ters gitse sessizce şunu tekrarlarım: Bu bir acı anı. Acı çekmek hayatın bir parçasıdır. Bu anda kendime karşı nazik olabilir miyim? Kendime ihtiyacım olan şefkati verebilir miyim?” Kristin Neff
Öz-anlayışın Bileşenleri
Öz-anlayışın, önemli ve ilk boyutu kendimize karşı nazik ve şefkatli olmaktır. Zor zamanlarda bu ihtiyacımız daha çok ortaya çıkar ve hem diğer insanlardan hem de kendimizden anlayış bekleriz. Diğer insanların bize karşı nazik, şefkatli ve anlayışlı davranmalarını garanti edemeyiz. Ancak kendi kendimize nazik bir şekilde davranmak bizim elimizdedir. Öz-anlayış düzeyi yüksek bireyler, kendilerine karşı zehirleyici olmaktan ziyade besleyici bir şekilde ilişki kurabilirler.
Öz-anlayışın ikinci boyutu ise yaşanılan sıkıntı verici durumları tüm insanların yaşadığı tecrübeler olarak görmedir. Yani sıkıntılar, zorluklar, başarısızlıklar, hayal kırıklıkları insanlığın müşterek halleridir. Bu şekilde düşünme bireyin rahatlamasına, yaşadığı stresin azalmasına ve kendisine karşı daha merhametli olabilmesine yardımcı olacaktır. Kristin Neff, başımıza gelen sıkıntılar için “Neden benim başıma geldi?” diye düşünmek, seksen dört yaşında ölmek üzere olan birisinin “Neden ben?” diye sorması gibidir diyor. Psikiyatr Kemal Sayar da, “İnsan olmak incinmeyi göze almaktır” diye durumu özetliyor.
Öz-anlayışın üçüncü boyutu ise, içinde bulunulan anı yargılamadan olduğu gibi kabullenebilmektir. Bu boyut bilinçli farkındalık olarak ifade edilmektedir. Öz-anlayışın gerçekleşebilmesi için yaşadığımız acının, sıkıntının fark edilmesi ve kabul edilmesi gerekmektedir. Yaşanan acıyı reddetme ya da görmezden gelme ise öz-anlayışı uygulamayı mümkün kılmayacaktır.
Sonuç olarak, iyi bir yaşam için sosyal-duygusal zeka geliştirilmesi gereken bir beceriler bütünüdür. Sosyal-duygusal zeka çatı bir kavramdır ve pek çok boyutu bulunmaktadır. Öz-anlayış da duygusal zekanın önemli bir boyutu ve bileşeni olarak değerlendirilebilir.
Sevgiler selamlar,
Tayfun Doğan
Küçükyalı, İstanbul
Nisan 2023
[…] Öz-anlayış (öz-merhamet), öz-eleştirinin panzehiridir ve işler planlandığı gibi gitmediğinde bir destektir. Bu, hata yaptığımızda, acı hissettiğimizde, hayal kırıklığına uğradığımızda ya da bir şeylerde başarısız olduğumuzda başkalarına olduğu gibi kendimize karşı da sabırlı, anlayışlı ve nazik davranma sanatıdır.** […]
[…] ve psikolojik hastalığın nedeni olarak görülebilir. Dolayısıyla derin, doyurucu ve sağlıklı ilişkiler kurmak hayati bir zorunluluktur. Şair Cemal Süreyya “Güzel hayat isteyen, güzel insan […]