Danimarka Seyahat Notları

Danimarka Seyahat Notları

“Gezmek yaşamaktır” demiş Danimarkalı H.C. Andersen. O zaman biraz yaşayalım diyerek yollara düştüm. İskandinav ülkelerine seyahat etmek, her zaman hayallerimi süsleyen bir şeydi. Bu hayalimi gerçekleştirmek için bu yazın iyi bir fırsat olduğunu düşündüm. Danimarka’ya uçak biletimi aldıktan sonra bir an bu küçük İskandinav ülkesi ile ilgili çağrışımlar zihnime üşüştü. Vikinglerin diyarı, Tarkan’ın “Viking Kanı” fimi, Fenerbahçe’nin Danimarkalı oyuncuları Nielsen, Högh ve Kjaer, 1992 avrupa kupası, Kopenhag kriterleri, çocukluğumuzda izlediğim “Danimarkalı Gelin filmi”, dünyanın en mutlu ülkesi ve daha pek çok çağrışım…

Seyahat tarihim belli olduktan sonra yoğun bir şekilde Danimarka ile ilgili bilgi edinmeye başladım. Bununla ilgili internet ortamındaki pek çok gezi bloğunu okudum. Youtube’dan gezi programlarını izledim. “Danimarkalı Gibi Mutlu” kitabını da kısa süre önce okumuştum. Kısacası kendimi geziye zihnen iyice hazırladım.

Amsterdam aktarmalı bir uçakla 5-6 saat sonra Billund Havalimanı’na indik. Direkt uçuşla 3,5 saat falan sürüyor. Danimarka’da ilk ziyaret ettiğim yer Horsens şehri oldu. Burada üniversite yıllarından tanıştığım ve yaklaşık on beş yıldır görüşemediğimiz bir arkadaşım ikamet ediyordu. İki hafta kadar bu şehirde kaldım bu esnada da etraftaki diğer yakın şehirleri de ziyaret ettim. Ardından da Kopenhag’a geçtim ve bir hafta kadar da orada kaldıktan sonra yirmi iki günlük seyahatimi tamamladım.

Horsens Şehri

Horsens, 85 bin nüfuslu, kırmızı tuğlalı evleri ve yemyeşil doğasıyla son derece sakin ve huzurlu küçük bir şehir. Bir ülkeyi tanımak için böyle küçük şehirleri görmek büyük önem arz ediyor. Çünkü metropollerden bir ülkeyi tanımak biraz zordur. Horsens’de şehir ve doğa iç içe geçmiş durumda. Ormanlık alanları, büyük parkları, spor alanları, gölleri ve geniş sakin yolları ile emeklilikte yerleşilebilecek bir şehir izlenimi veriyor. Horsens, Danimarka’nın diğer şehirleri gibi, bisiklet kullanımının çok yaygın olduğu düz bir şehir. Ancak ben fotoğraf çekme arzusuyla yanıp tutuştuğum için bisiklet kiralamak istemedim. Bundan dolayı da bol bol yürümek zorunda kaldım. İyi de oldu. Burada günde ortalama 10 km yol yürümüşüm. Kopenhag’a geçtiğimde bu süre günlük ortalama 15 km civarındaydı. Bazı günler 20 km yürüdüğüm bile oldu.

Kırmızı tuğlalardan yapılmış, geleneksel Danimarka Evleri

Horsens’de şirin bir kilise

Horsens’de trafiğe kapalı alışveriş caddesi

Horsens’de pek çok Türk yaşıyor bunlarla tanışma ve konuşma imkânım oldu. Beraber balık tutmaya gittik. Şehrin biraz dışındaki göllerin bulunduğu arazileri ve işletmesini birileri almış ve buralarda insanların balık tutmalarına olanak sağlıyorlar. Biraz bizdeki alabalık tesislerine benziyor. Arazinin içinde pek çok küçük göl var ve işletme sahibi bu göllere ağırlıkları 2-5 kg arasında değişen büyüklükte somon balıkları bırakıyor, siz de oltanızı alıp bu balıkları tutuyorsunuz. Oldukça doğal ve dinlendirici bir yer. İnsanlar aileleriyle gelip buralarda balık tutuyorlar, dinleniyorlar ve eğleniyorlar. Biz gittiğimizde Hollanda’dan bile gelen kişiler vardı. Bu tesisin girişinde kaç saat kalacağınıza ve kaç olta kullanacağınıza göre ücret ödüyor ve o süre içerisinde ne kadar tutabilirseniz tutuyorsunuz. Biz dört kişi gitmiştik, ilk bir iki saat hiçbir şey yakalayamadık. Ancak sonradan 4 tane balık yakaladık ve ikisini orada pişirip yedik, diğer ikisini de eve götürdük.

Horsens’de insanların balık tuttukları göller

Horsens

Yakaladığımız somon balığı

Horsens’de bulunduğum süre içerisinde neredeyse yağmurun yağmadığı gün yok gibiydi. O yüzden, “bu ülkede güneş gözlüğüne gerek yok, yağmurluk ise temel ihtiyaç” diye düşündüm. İki kez sırılsıklam ıslandım ve neredeyse hastalanıyordum. Yağmurlu havaların en kötü tarafı ise, fotoğraf çekmenin mümkün olmaması. Zaten ülkede yılın 280 günü falan yağmurlu ve kapalı geçiyormuş. Bu durumda insanları depresif yaptığı gibi gerekli D vitamini almalarını da engelliyor. Orada doğup büyüyenler bir şekilde bu duruma alışmışlar ancak bizim gibi güneşli bir ülkede doğup büyümüş kişiler için o şartlarda yaşamak oldukça zor. Arkadaşımla şehrin merkezinde yürürken, bir anda güneş açıverdi. O sırada da yolun karşısına geçmek için trafik ışıklarında bekliyorduk. O kadar hoşuna gitti ki güneş, gayri ihtiyari “Biraz bekleyelim güneş alalım burada” dedi. Ben şaşkınlıkla bakakaldım yolun ortasında… Güneş öylesine bir nimet orada. Zaten güneşli günlerde parklarda falan uzanıp güneşlenen pek çok kimseyi görebilirsiniz.

Aarhus Şehri

Horsens’de kalırken iki şehri daha ziyaret etme imkânım oldu. Bunlardan birisi Aarhus diğeri de Roskilde. Aarhus, Horsens’e trenle yarım saatlik bir mesafede bulunuyor. Sanırım ülkenin ikinci büyük kentiymiş. Bir liman şehri. Yine burada da Danimarka’nın karakteristik kırmızı tuğlalardan oluşan mimarisini gözlemliyorsunuz. Binalar tek bir elden çıkmış gibi duruyor.

Aarhus Şehri

Aarhus’ta görülmesi gereken çok güzel bir kasaba var. Ancak bu kasaba bildiğimiz kasabalardan değil. Ülkenin değişik yerlerinden getirilmiş 75 kadar evden oluşan ve Danimarkalıların eski yaşamlarını bugüne getiren bir açık hava müzesi aslında. Ben burayı çok etkileyici ve zekice planlanmış bir mekan olarak buldum. Evlerin içi ve sokaklar eski dönemlere göre dizayn edilmiş ve insanı bir anda alıp yüzyıllar öncesine götürüyor. Kasabanın içinden bir de küçük dere akıyor.

Aarhus’ta tarihi kasaba

Aarhus’ta tarihi kasaba

Aarhus’ta tarihi kasaba

Danimarka’da yağmurluk büyük ihtiyaç

Tarihi kasabada dönemin insanlarını canlandıran kişiler

Tarihi kasabada dönemin insanlarını canlandıran kişiler

Tarihi kasabada dönemin insanlarını canlandıran kişiler

Tarihi kasabada dönemin insanlarını canlandıran kişiler

Bu şirin yerleşim yerinde gezerken bir anda sokakta geleneksel kıyafetler içerisinde bir kadınla erkeğin su taşıdıklarını gördüm. Hayal mi görüyorum diye şaşırdım ve heyecanlandım. Sonradan anladım ki bu şirin kasabada o dönemin insanlarını canlandıran başka bir çok kişi daha varmış. Gezdikçe bunları görme imkanına sahip oldum, kimisi bir dükkanda tezgahtarlık yapıyor, kimisi çamaşır yıkıyor, kimisi su taşıyordu… Çok zekice bir proje. Hatta beraber gezdiğimiz arkadaşa, benzeri İstanbul’da da yapılsa ne güzel olur dedim.

Roskilde Şehri

Danimarka’ya gidildiğinde görülmesi gereken yerlerde birisi de Roskilde. Burası da diğer şehirler gibi deniz kenarında bulunuyor. Eskiden Danimarka’ya başkentlik yapmış, Kopenhag’a çok yakın bir şehir. Roskilde’de çok büyük bir katedral var. Oldukça etkileyici ve eski, yaklaşık bin yıllık bir ibadethane burası. Ancak bu katedrali önemli kılan, eski ve güzel olmasından başka bir şey. İçerisine girdiğimizde de bunu görüyoruz. Bu katedralin içi mezarlık gibi. Danimarka tarihindeki ölen krallar ve aile üyeleri bu katedralin içine defnedilmiş. Bu anlamda da Danimarkalılar için tarihi ve manevi değeri çok yüksek bir yer diyebiliriz. Bu arada Danimarkalılar Lutherian mezhebine bağlı protestan hristiyanlardır. Danimarkalı bir üniversite öğrencisi bu konuyla ilgili, biraz üzgün bir şekilde “biz Protestanız, bizim kiliselerimiz çok sadedir, öyle Katoliklerinki gibi süslü değildir” dedi. Yeri gelmişken söyleyeyim, Danimarka’da mezarlıklar o kadar bakımlı ve güzel ki, kendinizi bir saray bahçesindeymiş gibi hissedebilirsiniz. Ancak insanlar son zamanlarda gömülmek yerine yakılmayı tercih ediyorlarmış ve bugün insanların %95’i öldükten sonra yakılıyormuş. Çünkü gömme işlemi için ailenin 70 bin kron (35-40 bin tl) gibi bir ücreti gözden çıkarması gerekiyormuş, yakma işlemi için ise 2500 Kron gibi bir masraf oluyormuş. Mezarlıklarda bu yakma işlemlerinin yapıldığı krematoryumları da dışardan gördüm. Yakma işleminin nasıl yapıldığı ile ilgili işlemleri buraya yazmayacağım. Merak eden internetten bulabilir.

Eski başkent Roskilde

Roskilde’de en çok merak ettiğim şey ise Viking Müzesi’ydi. Ciddi bir Vikingler dizisi hayranı olarak o döneme ait bir şeyler görmek heyecan verici olacaktı. Ne de olsa Danimarkalılar bizim için Vikingler demekti. Müzenin dışında, Vikingleri canlandıran bir adam vardı, onun dışında ise müze içerisinde bu savaşçı kavme ait bulunmuş gerçek gemiler vardı. Bu gemiler Vikinglerin açık denizlerde yol alabilmelerini sağlamış ve Vikingler batı Avrupa içlerine kadar ilerleyebilmiştir. Müze beklediğim kadar zengin değildi. Bu biraz ben de hayal kırıklığı yarattı. Kopenhag’a geçtiğimde oradaki Ulusal Müze’de de Vikinglere ait çok az şey görebildim. Bu toplulukla ilgili daha güzel bir müze Aalborg şehrindeymiş ancak o şehir bulunduğum yere çok uzak olduğu için gidemedim. Bir de Norveç’te varmış. Aslında Norveçlilerin bu Vikinglere daha çok sahip çıktıklarını da söylediler. Yine de sokaklarda saç traşlarını Vikingler gibi yapan insanlara rastladım. Gayet güzel görünüyordu.

Tarihi Roskilde Şehri

Roskilde Şehri

Roskilde’de bulunan yaklaşık bin yıllık katedral

Katedralin içeriden görünüşü

Katedral’de Danimarka kraliyet ailesinin mezarları bulunuyor. İçinde onlarca mezar var.

Vikinleri temsil eden bir Danimarkalı

Gerçek bir Viking gemisi kalıntısı

Gerçek bir Viking gemisi kalıntısı

Vikinglerin açık denizlere nasıl açıldıklarını öğrenen Danimarkalı öğrenciler

Kopenhag Şehri

İki haftalık bir süre sonrasında, Horsens’ten Kopenhag’a doğru trenle yola çıktım. Yaklaşık iki buçuk saatlik bir yolculuktan sonra başkente ayak bastım. Central Station dedikleri güzel istasyonda indim. Burası şehrin tam olarak merkezinde bulunuyor. Kalacağım yerdeki arkadaşla saat 18.00’da buluşacağımız için önümde 5-6 saatlik bir vakit vardı. Kabin boy valizimi çekerek birkaç saat sokaklarda rastgele gezdim. İlk izlenimim, güzel canlı bir şehir olduğu şeklinde oldu.

Kopenhag Central Station’un içeriden görünüşü

İstasyon çıkışındaki bisiklet parkı

Sıra bu tür gezilerde yaşadığım en stresli kısma gelmişti. Kalacağım yeri bulmak. Otel fiyatları dudak uçuklatacak kadar yüksek olduğu için kalacağım yeri bu kez AIRBNB’den ayarlamıştım. Oralara gidip gelen pek çok kişiden bunu duyarsınız ama bir de ben söyleyeyim. Danimarka gerçekten pahalı bir ülke. Kendi gelir düzeyleri oldukça yüksek, yaklaşık olarak kişi başına düşen gelir düzeyi 40 bin dolar civarında. Bundan dolayı da alım güçleri yüksek ancak bizim için çok pahalı bir ülke. Neyse… AIRBNB tüm dünyada otellere alternatif olarak ortaya çıkmış bir oluşum. Bu oluşumda insanlar evlerinin tamamını ya da bir odasını otel gibi kiralıyorlar. Daha önce İtalya’da ve Fransa’da da bu şekilde oda kiralamış ve kalmıştım. Başlangıçta biraz ürkütücü gelebiliyor ancak, siteden evini kiraya verecek kişilerle ilgili yorumları okuyup güvenilir olduklarına ikna olduktan sonra gönül rahatlığıyla kalınabiliyor. Dikkat edilmesi gereken iki önemli nokta var: Birincisi hakkında yeterince olumlu yorumlar olan ev sahiplerini seçmek gerekiyor. İkincisi ise, ev sahibine parayı mutlaka site üzerinden göndermek gerekiyor. Doğrudan vereceği bir hesap numarasına falan gönderirseniz, gittiğinizde ortada ev falan olmayabilir. Evden ayrıldıktan sonra sitede ev sahibi de sizin hakkınızda yorum yapıyor. Düzenli, dağınık, temiz ya da pis gibi.

Odasını kiraladığım arkadaşın tarif ettiği belediye otobüsüne bindim. Neyse ki kolayca evi buldum. İtalyan pasaportuna sahip genç bir arkadaş karşıladı. Batılılardan beklenmeyecek bir şekilde aç olup olmadığımı sordu ve peynir soslu bir makarna hazırladı. İtalyan olduğu için böyle sıcakkanlı sanırım diye düşündüm. Akdeniz insanı ne de olsa. Biraz sohbet ettikten sonra odama çekildim ve uyudum. O da sabah İtalya’ya ailesinin yanına uçtu ve tüm ev bir hafta boyunca bana kaldı.

Sabah kalkar kalkmaz fotoğraf makinamı boynuma taktım ve Kopenhag merkeze indim. İstasyondaki “tourist information”ı bularak oradan bir “Copenhagen Card” aldım. Yetmiş iki saatlik olanın ücreti Türk parasıyla 250-300 TL civarındaydı. Bu kartın avantajı şu ki, geçerli olduğu süre içerisinde otobüs, metro ve tren dahil tüm şehir içi ulaşım araçlarına bu kartla ücretsiz binebiliyorsunuz. Bu önemli çünkü şehir zaten çok pahalı, şehir içi ulaşım daha da pahalı. Örneğin on beş dakikalık mesafedeki kaldığım eve giderken belediye otobüsüne 24 kron (yaklaşık 15 TL) bilet ücreti ödemiştim. Ayrıca bu kartla şehirdeki yaklaşık 70 müze ya da etkinliğe ek bir ücret ödemeden girebiliyorsunuz. O yüzden oldukça karlı diyebilirim.

Hediyelik eşyalar

Kopenhag belediye meydanı

Belediye binası içinde bir sergi

Kopenhag, şimdiye kadar gördüğüm şehirler içerisinde en güzeliydi diyebilirim. Başkent olmasına rağmen trafik sıkışıklığı yok, yeşil alan miktarı çok fazla, içinde deniz var, kanal var, nüfusu kalabalık değil (1,2 milyon civarı). Zaten en yaşanabilir şehirler sıralamasında da genelde ilk üçte kendisine yer buluyormuş. Danimarkalılar kendi dillerinde Kobenhavn diyorlar. Ticaret limanı ya da tüccar limanı anlamlarına geliyormuş. Şehirde gezilecek o kadar çok yer var ki insanın başı dönüyor adeta. Gitmeden önce gezmek için üç günün yeteceğine dair yazılar okumuştum. Ancak bu şehir için üç gün kesinlikle yeterli bir süre değil. Tam anlamıyla gezebilmeniz için bir hafta gibi bir süre ayırmanız gerekiyor.

Şirin bir cafe

Sahil boyu yürüyüş yolu

Kopenhag Üniversitesi’nden bir görüntü

Tivoli Bahçelerinin yanında güzel bir bina

Kraliyet muhafızları

Bisiklet Şehri Kopenhag

Şehirde bisiklet kullanımı şaşırtıcı derecede yaygın. Yaşlılar, gençler, hamileler, yediden yetmişe herkes bisiklet kullanıyor. Şehirdeki bisiklet sayısı araç sayısını geçmiş. Bisiklet kullanımı burada bir yaşam tarzı haline gelmiş durumda diyebiliriz. Zaten istasyondan çıkar çıkmaz yüzlerce bisikletin bulunduğu bisiklet park yerlerini görüyorsunuz. Daha sonra da şehir içinde bu park yerlerinden onlarcasına şahit oluyorsunuz. Bu arada bisiklet kullanmayı kolaylaştıran iki etkenden de bahsetmek gerekir. Birincisi ülkenin genelinde olduğu gibi şehir dümdüz ve bisiklet kullanımına çok uygun. İkincisi ise hava sıcaklığı yaz mevsiminde bile 20-25 derece civarında, dolayısıyla terlemiyorsunuz. İnsanlar da terlemeden işine ya da okuluna gidebiliyor. İstanbul’da aynı durumu düşünemiyorum bile. Kopenhag’ı gezmek için bisiklet kiralamak çok akıllıca bir şey, ancak ben kiralamadım. Çünkü fotoğraf çekmek için yürümem gerekiyordu ve normal trafik akışında, tam olarak trafik kurallarını bilmeden kullanmaktan biraz kaygı duydum. Böylece bol bol yürüdüm. Kaldığım altı günlük süre içerisinde, günlük ortalama 15 km kadar yol yürüdüm. Bin beş yüz kare kadar da fotoğraf çektim.

Kopenhag’dan bisiklet manzaraları

k

Kopenhag’dan bisiklet manzaraları

Kopenhag’dan bisiklet manzaraları

Kopenhag’dan bisiklet manzaraları

Kopenhag’dan bisiklet manzaraları

70 yaşındaki bu dedeyle ilerleyen günlerde sokakta karşılaştık ve uzun uzun konuştuk

Kopenhag’dan bisiklet manzaraları

Stroget Caddesi

Şehrin trafiğe kapalı alışveriş caddesi Stroget, görülmesi gereken yerlerden bir tanesidir. Bizim İstiklal Caddesini andırıyor ancak biraz daha dar bir cadde. Burada pek çok mağaza, hediyelik eşya dükkanları ve yemek yenilebilecek yerler bulabiliyorsunuz. Şehrin kalbi burada atıyor desem yanlış olmaz, oldukça canlı ve kalabalıktı. Aklıma gelmişken söyleyeyim Kopenhag’da belediye otobüslerinde ve trenlerde internet (wi-fi) ücretsiz. Bunların dışında caddede gezerken, uluslararası firmaların (Starbucks, Burger King, Espresso vb.) ücretsiz internet hizmetlerinden de faydalanabilirsiniz. Özellikle adres ve konum bulmaya çalışırken ihtiyacınız olacaktır.

Stroget Caddesi

Stroget Caddesi

Stroget Caddesi

Stroget Caddesinde dünyanın en uzun adamı, 2.72 cm boyundaymış

Tivoli Bahçeleri

Kopenhag deyince, sıklıkla duyacağınız yerlerden birisi de Tivoli Bahçeleridir. Özellikle çocuklarla gidenler için ya da lunapark tarzı eğlenceleri sevenler için güzel bir yerdi. Ben o tür eğlenceleri pek sevmediğim için şöyle bir dolaşıp çıktım. Lunapark haricinde, içerisinde yemek yenilebilecek ya da oturup çay kahve içilip dinlenilebilecek güzel mekânlar da var. Güzel dizayn edilmiş bir yerdi.

Tivoli Bahçeleri

Tivoli Bahçeleri

Tivoli Bahçeleri

Kanal Turu

İçinde kanal olan pek çok şehirde olduğu gibi Kopenhag’da da botla kanal turu olmazsa olmazlardandır. Yaklaşık bir saat süren bir kanal turuna katıldım. Bu turla şehrin denizle ya da kanallarla bağlantılı olan kısımlarını görme imkânına sahip oldum. Tur, gezilen yerleri anlatan bir rehber eşliğinde gerçekleşiyor. Başlamadan önce de oldukça alçak köprülerin altından geçeceğimiz ve ayağa kalkmamamız konusunda uyarıyorlar. Ama buna rağmen fotoğraf çekmek için falan ayağa kalkanlar olabiliyor. Bir köprünün altından geçerken birisi ayağa kalktı ve az daha başını çarpıyordu, rehber “sit down, sit down” diye o kadar yüksek sesle azarladı ki adamı, hepimiz şaşırdık ve yaramaz bir çocuk kimliğine büründük 🙂

Kanal turu

Kanal turu yapan Danimarkalı kızlar

Kanal turu

Ulusal Müze

Yine şehirde görülmesi gereken yerlerden birisi de National Museum. Burada Danimarka kültürünün tarihi gelişim sürecinin ilk çağlardan itibaren görebiliyorsunuz. Bunların dışında Çin ve Hint kültürlerine ait eserlerde bulunuyor. Hatta biz Türklerle ilgili de bazı eserler, yeniçeri kıyafetleri falan vardı. Müzeyi gezerken girişteki güvenlik görevlisinin de Türk olduğunu öğrendim. Birileriyle Türkçe konuşurken fark ettim ve ayaküstü ben de biraz sohbet ettim, müzeyle ilgili bazı bilgiler aldım.

Ulusal müzede temsili Vikin başlığı ve zırhı

Kopenhag Hayvanat Bahçesi

Kopenhag hayvanat bahçesi de ziyaret ettiğim yerlerden birisiydi. Kaldığım eve çok yakın bir yerdeydi ve orayı da gezeyim dedim. Oldukça zengin bir hayvanat bahçesiydi, farklı türden pek çok hayvan vardı.

Fok balıklarını besleyen Viking görünümlü bir görevli

Sabah 09.00 gibi hayvanat bahçesine gittim ancak açılış 10.00’daymış. Görevli beklerken hemen hayvanat bahçesinin yan tarafında olan parkı gezebileceğimi söyledi. Dediğini yaptım ve bir saat parkı gezdim, orayı görmesem bu gezim eksik kalırmış. Çok güzel bir parktı. Kopenhag’da bisiklet kullanımının yaygınlığından sonra en çok şaşırdığım ve hoşuma giden şey park alanlarının çokluğuydu. Adeta adamlar şehir içine parklar değil, parklar içine şehir kurmuşlar. Aralarında Botanik Parkın da olduğu birkaç tane park gezdim, o kadar huzur vericiydi ki çıkmak istemedim. Ayrıca bu parklar yakın zamanda kurulmuş parklar değil, çünkü yaşları yüzlerce yılı bulan ağaçlarla dolu. İnsanlar bu parklarda geziyor, koşuyor, yürüyor ya da güneşleniyor. Bunların haricinde Kopenhag’da değişik dönemlerde yapılmış pek çok saray var ve bu sarayların bahçeleri de park olarak halka açılmış durumdaydı. Zaten Kopenhag 2014 yılında “Avrupa Yeşil Başkenti” ünvanı almış bir şehir. Şehircilik adına almadıkları unvan kaldı mı acaba merak ediyorum. Kişi başına yeşil alan oranının en yüksek olduğu şehirlerden birisiymiş ve bu da stressiz ve sakin bireyler olmalarına etki ediyor diye düşünüyorum. Çünkü doğayla çok iç içe olmaları eminim ki mental sağlıklarına da olumlu yönde etki ediyordur.

Frederiksborg Kalesi

Frederiksborg Kalesi

Botanik parkı

Şehir içindeki güzel parklardan birisi

Yine güzel bir park alanı

Kopenhag’da bir park

Park sakinlerinden birisi

Park alanları insanlarla dolu

Rasathane (Gözlem Kulesi)

Şehir merkezinde yürürken birden bizim Galata Kulesine benzer tarihi bir yapıyla karşılaştım. Elimdeki rehbere baktım ve buranın bir gözlem kulesi olduğunu gördüm ve kulenin en tepesine çıktım. Asansörle çıkılmıyor ve içerisinde de merdivenler yok. Oldukça geniş bir çıkış alanı var ve döne döne yukarı çıkıyorsunuz. Zamanında buraya atla bile çıkanlar oluyormuş. Kulenin en üst katında kapalı bir alanda büyük bir teleskop bulunuyor. Parmaklık ve tellerle çevrili balkondan ise tüm Kopenhag görülebiliyor. Bu yükseklikten, kırmızı renkli tuğlalardan yapılmış ve kırmızı çatılı evlerin manzarası harika görünüyor. Kuleye çıktığımda akşam yaklaşıyordu ve fotoğraf çekmek için güzel, yumuşak bir ışık vardı. Orada pek çok fotoğraf çektim ve şehrin her yönünü görebildim. Gerçekten de dümdüz bir şehir. Yine kuleden İsveç’in Malmö şehriyle Kopenhag’ı birbirine bağlayan ismini söylemesi zor köprü de görülebiliyor. Malmö çok yakın zaten Kopenhag’a ve buraya gelenlerin çoğu oraya da gidiyor. Ancak ben başka bir zaman giderim diyerek gitmedim.

Gözlem evi (Rasathane)

Rasathanenin içeriden görünüşü

Rasathaneden Kopenhag manzarası

Rasathaneden Kopenhag manzarası

Nyhavn Limanı

İnternette Kopenhag diye aratınca özellikle iki fotoğraf karşınıza çıkar. İlki renkli binalarıyla Nyhavn limanı, ikincisi ise şehrin simgesi sayılan Küçük Deniz Kızı. Nyhavn limanı renkli binalarıyla gerçekten etkileyici, orada kaç tane fotoğraf çektim bilmiyorum. Özellikle akşama doğru neredeyse herkes orada diyebilirim. Burası 17. Yüzyılda yapılmış, eskiden denizcilerin uğrak yeriymiş, bar ve hayat kadınlarıyla doluymuş. Daha sonra buradaki binaları restore etmişler ve şu anda restaurant, cafe ve bar olarak kullanıyorlar. Masalları Türkçe’ye de çevrilmiş olan Andersen de uzun süre burada yaşamış. Binaları tek tek dolaştım ancak hangi evin O’na ait olduğunu bulamadım. Oradaki bir garsona sordum, o da Andersen’in bir evde değil buradaki birkaç evde yaşadığını evlerin numaralarıyla söyledi. Görülmeye değer bir yerdi.

Nyhavn (Yeni Liman)

Nyhavn’da Restaurant ve Cafeler

Nyhavn turistlerin gözdesi

Nyhavn’da köprü üzerinde kilitler

Küçük Deniz Kızı

Orada biraz zaman geçirdikten sonra şehrin simgesi kabul edilen Küçük Deniz Kızı’nı (The Little Mermaid) görmek üzere yola koyuldum. Limandan çıkıp deniz kenarında biraz yürüyünce bu küçük sevimli heykele ulaşabiliyorsunuz. Fotoğraf çekerek ilerlediğim için zaman nasıl geçti ne kadar süre yürüdüm de oraya vardım bilmiyorum. Belki yarım saat falandır ya da daha az bir süre olabilir. Aslında bu deniz kızını bot turunda uzaktan görmüştüm ama bizzat yanına da gidip görmek istedim. Gitmeden önce okuduğum pek çok gezi yazısında insanlar gördüklerinde küçüklüğünden dolayı hayal kırıklığına uğradıklarını söylüyorlardı ancak ben öyle bir hayal kırıklığı yaşamadım. Bir-bir buçuk metre uzunluğunda gayet estetik ve hoş bir heykelcikti. Hüzünlü bir duruşu vardı. Zaten masalı da okursanız hüzünlü bir aşk masalıdır. Prense aşık olan ve ona kavuşamayan bir deniz kızının öyküsüdür. Yani ben çok sevdim bu kızı. Denizin içindeki üst üste konulmuş birkaç kayanın üzerinde duruyor. Turistler bu heykelcikle birlikte fotoğraf çektirmek için adeta sıraya girmiş durumdaydılar.

Küçük Deniz Kızı (The Little Mermaid)

Danimarka’nın meşhur ailelerinden Carlsber ailesi, Andersen’in “Küçük Deniz Kızı” masalından esinlenerek heykeltıraş Edvard Eriksen’den bu denizkızının bir heykelini yapmasını isterler. Heykel yapılır ve 1913 yılında şimdi bulunduğu yere yerleştirilir. Yerleştirilmesine yerleştirilir ancak çilesi bitmez, bir kez başı koparmışlar, bir kez kolunu koparmışlar, birkaç kez üzerine boya dökmüşler ve en ilginci de 2008 yılında Türkiye’nin Avrupa Birliği üyelik başvurusunu protesto etmek için çarşaf giydirmişler. Tüm bunlara rağmen Kopenhag’ın en popüler kişisi desek yanlış olmaz, zira her yıl bir milyon kişi ziyaret ediyormuş.

Küçük Deniz Kızı (The Little Mermaid)

Christiana Bağımsız Devleti

Kopenhag’ın ortasında kendince küçük bir devlet Christiana. Devlet içinde devlet yani. Hikayesi ilginç, her şey 1970 yılında Nato askerlerinin boşalttığı askeri alana yerleşen bir grup anarşist genç ve hippilerle başlamış. Buradaki kışla binalarına yerleşen bu insanlar komünal toplum sloganıyla yaşamaya başlamışlar. Kendince bu küçük devletin bayrağı, yaklaşık bin kişiden oluşan bir nüfusu ve anayasası bile var. Bir yöneticileri ya da liderleri yokmuş, bir karar alınması gerektiğinde toplu karar alıyorlarmış ve herkesin söz hakkı varmış. Bu yüzden de toplantılar bazen çok uzun sürüyormuş. Burada esrar kullanımı ve satışı serbest ancak sentetik uyuşturucu kullanımı ya da ağır uyuşturucular yasak. Bölgede fotoğraf ya da görüntü alınması ve motorlu araç girişi yasakmış. Ayrıca koşmak da yasak çünkü koşmak polis baskını olduğu anlamına geliyor ve insanları paniğe sevk ediyormuş. Bu bilgiler doğrultusunda şehir merkezinden yirmi dakikalık bir yürüyüş mesafesinde olan bu bölgeyi buldum. Fotoğraf makinamı çantama koydum ve biraz da endişeyle içeri girdim. Ben tel örgülerle çevrili ya da duvarları olan bir yer bekliyordum. Ancak hiç de öyle değildi. Normal şehrin içinde yürürken yeşil park gibi bir alana girdim ve sordum Christiana burası mı diye “evet” dediler. Girer girmez esrar kokusu burnunuza geliyor. Merkezine doğru yürüdüm ve grafitilerle süslenmiş evleri ve derme çatma barakamsı yerleri görünce burasının farklı bir yer olduğunu anladım. Ancak biraz önceki kaygım ve tedirginliğim de geçti, çünkü öyle tehlikeli ve gergin bir ortam yoktu. Pek çok turist sokaklarda geziyordu. Sağda solda sızmış ya da uyuşmuş pek çok insan olduğu gibi, giyim kuşamları gayet düzgün ve hiç de hippi görünümünde olmayan oranın yerlisi insanları da gördüm. Tezgâhlarda hediyelik eşya ve esrar satan insanlar vardı. Zaten bu küçük ülkenin kendi üretimi pek çok şey varmış. Özellikle bisiklet üretiminde oldukça faallermiş. Çok istememe rağmen başıma bir şey gelmesin diye fotoğraf çekmeye yeltenmemiştim. Ancak baktım ki bazı turist kızlar hiç de çekinmeden habire fotoğraf çekiyorlar, telefonumla birkaç kare de ben aldım.

Christina Bölgesi

Christiana’da yerleşim yerleri

Christiana

Danimarka hükümetiyle bu topluluk arasında ciddi problemler de olmuş. Hükümet burayı kaldırmayı istemiş ama ciddi bir direnç ve çatışmayla karşılaşmışlar. Sonrasında normal halkın da tepkisinden çekindikleri için elektrik, su paralarıyla, vergi ödemeleri karşılığında bu insanları serbest bırakmışlar. Son zamanlarda da bu insanlar bölgedeki toprakların büyük kısmını satın almışlar. Yine burada mülk sahibi olmak mümkün değilmiş, insanlar evlerde oturuyorlar ancak oranın sahibi olamıyorlarmış. Oldukça ilginç ve değişik bir yerdi. Eminim burası komünist görüşe sahip arkadaşların çok hoşuna gider.

Christiana’da bir baraka ev

Mutluluk Araştırmaları Enstitüsü

Pozitif psikoloji ve mutluluk üzerine araştırmalar yaptığımdan dolayı Danimarka benim için ayrıca önemli bir ülke. Çünkü mutluluk araştırmalarında genellikle ilk sıralarda yer alıyor. Halk da bunu biliyor ve bundan dolayı memnunlar. Bot gezisi yaparken küçük bir tekneyle kanalda gezen genç kızlar “dünyanın en mutlu ülkesine hoş geldiniz” diye bize bağırıyorlardı. Danimarka’yı benim için ilginç kılan noktalardan birisi de burada “Mutluluk Araştırmaları Enstitüsü” adıyla bir araştırma enstitüsünün bulunmasıdır. (https://www.happinessresearchinstitute.com) Burayı internetten takip ediyordum ve ne zamandır ziyaret etmek istiyordum. Bu gezi vasıtasıyla orayı da ziyaret ettim. Ben müstakil, kendilerine ait bir binaları var zannediyordum. Ancak başka kurum ve kuruluşlarla ortak kullandıkları bir binanın içindeler. Şehir merkezinde kolay ulaşılabilen bir yerdeler. Burada enstitünün başkanı Meik Wiking ve aynı zamanda üniversite öğrencisi olan sekreterleri Isabella ile tanışma ve konuşma imkanı buldum. Kendilerini konferans için İstanbul’a davet ettim, memnuniyetle geliriz dediler. Danimarkalıların neden mutlu oldukları ile ilgili pek çok soru sordum ve onlar da cevapladılar. Danimarka’da bulunduğum süre içerisinde bu soruyu pek çok kişiye sordum aslında. Hemen hemen hepsinin verdiği cevaplar birbirine benziyordu. Havaalanında da bu konuyla ilgili yazılmış pek çok kitap gördüm. Daha önce bir yazımda da bu konuyu Danimarkalı bir yazarın ağzından ele almıştım. Bu bağlantıdan ayrıntılı bilgi edinebilirsiniz. http://www.tayfundogan.net/2017/07/15/danimarkali-gibi-mutlu-olmak/ Kişisel gözlemlerime gelince, ekonomik durumları gerçekten iyi durumda, öfkeli ve gergin insanlar değiller, geleceklerini güven içinde görüyorlar. Bunların haricinde şehir stresi, trafik stresi yaşamıyorlar. Herkes egzersiz yapıyor. Bunun için şehirler spor alanları, yüzme havuzları ve bisiklet yollarıyla dolu. Vatandaşlarının yaşamını kolaylaştırmak için ne gerekiyorsa yapmışlar. Kaliteli eğitim alıyorlar ve fırsat eşitliğinin hâkim olduğu bir ülke. Bunların dışında uzun ve soğuk kış günleri insanları birbirine yaklaştırmış ve yapacak başka bir şeyleri olmayınca toplanıp eğlenmeye ve “hygge” adını verdikleri sıcak ve samimi sohbet ortamları oluşturmaya başlamışlar.

Ve Dönüş…

Danimarka’ya giderken aslında yirmi gün orada kalıp, sonra beş gün Norveç’te, beş gün de İsveç’te gezip öyle gelmeyi planlamıştım. Böylece tüm İskandinavya’yı görmüş olacaktım. Ancak özellikle Kopenhag gezim çok yoğun geçtiği ve yorulduğum için Norveç ve İsveç gezisini iptal ettim. Zaten Kopenhag’da da görülebilecek pek çok yeri elemek zorunda kaldım ki bunların içerisinde saraylar, kiliseler, müzeler vardı. Böylece yirmi iki günlük Danimarka seyahatimi, pek çok anı, gözlem, olumlu izlenim ve zihnime kazınan imajlarla tamamladım. Görmeyi çok istediğim bir ülkeyi daha böylece listeden çıkarmış oldum. Daha gezmeyi görmeyi istediğim çok ülke var. Allah ömür verirse ölmeden en az yüz ülkeyi görmek istiyorum. Bakalım zaman ne gösterecek.

Sevgi ve selamlarımla,

03.09.2017 İstanbul

Danimarka’dan Kısa Kısa Notlar

-İnsanlar evde kullanmadıkları eşyalarını kurulan pazarlara götürüp satıyorlar. Neredeyse hiçbir şeyi israf etmiyorlar.

-Geri dönüşüm konusunda çok iyiler, elektrik ve ısınma işini büyük oranda çöplerden sağlıyorlar. Bunu sağlayan tesisleri var.

-Geridönüşebilir işareti olan pet şişeleri, içecek kutularını falan da belirli yerlerdeki makinalara atıp ücretini alabiliyorlar, İstanbul için de aynısı yapılmalı kesinlikle.

-Rüzgâr enerjisinden faydalanıyorlar. Marketlerde poşetler ücretli.

-Güneş gözlüğüne az, yağmurluğa çok ihtiyaç duyacağınız bir yer.

-Evlerin çoğunda perde yok ya da perdeler açık. Herhalde çok az olan güneşi kaybetmek istemiyorlar.

-İlginç bir durum da bahçelerin evin önünde değil de arkasında olması, özel ve kendi halinde yaşamak istediklerinin bir göstergesi sanırım.

-Halkın büyük kısmı iyi derecede İngilizce konuşuyor. Elinde içki şişesiyle yol kenarında oturan bir alkolik de, yetmiş yaşını geçmiş yaşlı bir nine de İngilizce konuşuyor. Bizzat şahit oldum 🙂

-İnsanları oldukça sıcakkanlı ve cana yakın. Çekinmeden her konuda yardım isteyebilirsiniz.

-Danimarka’da 60-70 bin kadar Türkiye’den gelen gurbetçi var. Her yerde Türk restoranlarına rastlayabilirsiniz.

-Danimarka yaklaşık 500 adadan oluşan bir ülke ve karadan tek komşusu Almanya.

-Ülke anayasal monarşiyle yönetiliyor ve devlet başkanı Kraliçe II. Margrethe.

-Paulo Coelho, seyahat, paradan çok cesaret işidir, demiş. Pahalı bir ülke olmasına rağmen bu söz burası için de geçerli, korkmayın.

-Kopenhag için, şehir içine parklar değil, parklar içine şehir kurulmuş demek yanlış olmaz.

Not:  Danimarka’ya seyahat etmeyi düşünüp de merak ettiğiniz bir şey olursa da memnuniyetle cevaplarım.

Benzer yazılar

4 Thoughts to “Danimarka Seyahat Notları”

  1. Dayi cok guzelmis bende danimarkaya gitmek isterdim.Dayi sende cok guzel anlatmisin sanki kendimi danimarkaya gitmis gibi hissettim cok tsk ediyorum.Bence danimarkayi herkes gormeli.Cok yagmur yagmasi biraz dezavantaj gezi icin biraz zor olabilir ama herseye ragmen guzeldi.Danimarka ile ilgili daha once bilgin sahibi olman cok hosuma gitti .Benim icin guzel bir ornek oldun dayicigim seninle seyhat etmek en buyuk hayallerim arasinda seni cok seviyorum iyiki benim dayimsin Emre suan yazdiklarimi kiskandi sacma sacma seyler yazmami istiyor

  2. Özge PM

    Mesleki araştırma yaparken tesadüfen buldum sayfanızı. Tebrik ederim, çok geniş, güzel ve özendirici bir anlatım olmuş. Bilhassa Aarhus ve Tivoli ilgimi çekti. Dilerim kendimi hapsettiğim çemberden kurtulabilir bende gidebilirim.

    1. Tayfun Doğan

      İki üç saatlik bir mesfede duruyor aslında bu ülke. Ama bu dönemde epey pahalı olur.

Leave a Comment